Girişimciliği en başta “özel girişimcilik” ve “kamu
girişimciliği” olmak üzere ikiye ayırmamız mümkündür. İkisi arasındaki tek
fark “mülkiyet”in yapısı ile ilgilidir. Özel girişimci özel mülkiyetinde
bulunan kaynakları kullanarak ve kendi parasını ya da borçlanarak elde ettiği
sermayeyi harcayarak üretim yapan kişidir.
Kamu girişimcisi ise mülkiyet sahibi değildir ve kendi parasını harcamaz. Kamu
girişimcisi, başkasının parasını (yani halkın parasını) başkası için (yani
halk için) harcayan kimsedir.
Şimdi matrise bakarak özel girişimci ile kamu girişimcisi
arasındaki farkı daha iyi anlamaya çalışalım.
I numaralı alanda kişi kendi parasını kendisi için harcar.
Bu bir tüketici olabileceği gibi üretici de olabilir. Bu alanda tüketici fayda
maksimizasyonu, üretici ise kar maksimizasyonu peşindedir. Üreticinin yada girişimcinin kar maksimizasyonuna ulaşabilmesi
için kaynaklarını iyi kullanması, israf etmemesi gerekir. Oysa 4 numaralı alanda “başkasının
parasının başkası için harcanması sözkonusudur.”
4 numaralı alan kamusal bir alandır. Başkasının parasını (yani bizlerin
vergi olarak ödediği paraları) başkaları için (yani bizler için) harcama
sözkonusudur. İşte kamu girişimciliği bu 4 numaralı alanda ortaya çıkar. I numaralı alanda israf ve savurganlıklar
minimum düzeyde iken, 4 numaralı alanda maksimum düzeydedir. I numaralı alanda
kaynakların etkin kullanımı sözkonusu iken 4 numaralı alanda kaynak kullanımında
etkinsizlik sorunu mevcuttur. 4 numaralı alanda nepotizm, yani akraba kayırmacılık,
kronizm, yani eş-dost kayırmacılık, partizanlık ve patronaj yani siyasal
kayırmacılık sözkonusu iken I numaralı alanda bunlar sözkonusu değildir.
Özel girişimcinin “akrabamı işe alayım”, “asker
arkadaşımı işe alayım”, “oy verdiğim parti mensuplarını işe alayım” demesi
sözkonusu olabilir mi? Fakat kamu
girişimciliğinde maalesef bu durum son derece yaygındır. Bunun temel nedeni kamusal
alanda “sahipliğin” olmamasıdır.
Bazıları kamusal alanda da sahipliğin olduğunu
düşünürler ya da buna inanırlar. Ve şöyle derler:
“devletin malı, milletin malıdır.” Bu
söz bir aldatmaca ve yutturmacadan başka bir şey değildir. Şimdi benim çok sık
kullandığım şu tekerlemeye kulak veriniz... Devletin malı milletin malıdır...
Milletin malı herkesin malıdır... Herkesin
malı da aslında hiç kimsenin malıdır.... Hiç kimsenin malını da herkes kötü
kullanır.
Calvin Coolidge adlı bir düşünürün şu sözünü de burada
aktarmakta yarar vardır. “Hiçbir şey devletin parasını harcamaktan daha kolay
değildir. Çünkü devletin parası hiç kimseye aittir.”
Devletteki israfların, savurganlıkların, hırsızlıkların
ve yolsuzlukların nedeni “sahipliğin” olmamasında yatmamaktadır.
Şimdi konuyu bir
başka matris ile daha açıklayalım.
Matriste yatay eksende mülkiyet şekli yeralmaktadır.
Mülkiyet şekli özel ya da kamusal olabilir. Karma
mülkiyet, korporatif mülkiyet, sendikal mülkiyet şekilleri de pekala olabilir. Fakat
konuyu basit olarak sunmak için matriste sadece özel ve kamusal mülkiyet şekillerine
yer verilmiştir. Dikey eksende ise “mülkiyeti kim yönetiyor?” sorusu
sorulmaktadır. Mülkiyeti “sahip” kendisi yönetebileceği gibi bir vekil atayarak -
örneğin bir genel müdür- da yönettirebilir. I numaralı alanda mülkiyet sahibi kendi
mal ve mülkünü, kendi işletmesini kendisi yönetir. KOBİ olarak adlandırdığımız
küçük girişimciler bu grupta yeralmaktadır. Matriste II numaralı alanda ise özel
mülkiyet sahibi kişi, yönetimi kendi üstlenmez, arzu ettiği bir yöneticiye devreder.
Genel olarak büyük girişimciler bu II numaralı alan içinde düşünülebilir. I ve II numaralı alan özel bir alandır. III numaralı alana gelelim.. Gerçek yaşamda
böyle bir alan sözkonusu değildir. Kamusal mülkiyetin gerçek sahibi yoktur. Biraz
önceki tekerlemeyi hatırlayalım.
Devletin malı milletin malıdır... Milletin malı herkesin
malıdır... Herkesin malı da aslında hiç
kimsenin malıdır....
Özetle, kamusal mülkiyetin sahibi olmadığından III
numaralı alan gerçekte mevcut olmayan bir alandır.
Gelelim 4 numaralı alana.... Bu alanda kamusal mülkiyet
politikacılar ve onların atadığı bürokratlar
tarafından yönetilir. Politikacılar ve bürokratlar “politik müteşebbisler”
olarak adlandırılabilirler. Bu politik müteşebbisler, özel müteşebbislerden (özel
girişimcilerden) farklı olarak kendi paralarını harcamazlar ve kendi sahip oldukları
mülkiyeti yönetmezler. Harcanan devletin parası, kullanılan ve yönetilen ise kamu
mülkiyetidir. Dolayısıyla kamusal mülkiyeti yöneten politik girişimciler kaynakları
etkin kullanma yönünde fazla bir çaba göstermezler. Sonuç olarak 4 numaralı alanda
kaynak kullanımında etkinsizlikler, israf ve savurganlıklar kaçınılmaz olur.
Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan anlaşıldığı
üzere herhangi bir organizasyonda etkinliği belirleyen temel faktör mülkiyet, bir
diğer ifadeyle “sahiplik”tir. Sahipliğin olmadığı her yerde maliyet ve hizmet
etkinliği düşüktür.
Bir organizasyonda başarının temel göstergeleri karlılık, verimlilik, kalite, maliyet, yenilik ve yaratıcılık,
çalışanların memnuniyeti, müşteri memnuniyeti ile ölçülür.
Bu başarı göstergelerine ulaşmak yönünde özel girişimcilik her zaman kamu
girişimciliğine göre daha üstündür. Ancak tek başına özel mülkiyet, bu temel
başarı göstergelerine ulaşmak için asla yeterli değildir. Mülkiyet ya da sahiplik,
etkinlik için gerekli fakat yeter şart değildir. Yüksek organizasyonel performansın
asıl sırrı rekabet dayalı bir özel mülkiyet sistemidir. Fonksiyonel rekabetin mevcut
olmadığı piyasalarda tek başına özel girişimcilik olumlu sonuçlar ortaya
çıkarmaz. Aksine rekabetin olmadığı piyasalarda hem çalışanların , hem de
tüketicilerin girişimciler tarafından sömürülmesi sözkonusu olur. Eğer piyasada monopol ya da düopol yapısı hakim ise belki o zaman karlılık yüksek olabilir, fakat
bu işletmede yüksek verimlilik, yüksek kalite, düşük maliyet, yenilik ve
yaratıcılık sözkonusu olmayabilir. Eğer bir at, arkasında koşan bir başka at yoksa
daha hızlı koşmaz. Girişimciler için de bu ilke esastır.
Tekrar edelim, etkinliğin, kalitenin, verimliliğin, yenilik ve
yaratıcılığın sırrı “özel mülkiyet” ve bununla birlikte “rekabet”e
bağlı bulunmaktadır.
Matriste I numaralı alan
etkinliğin en yüksek olduğu alandır. Bu alanda hem özel mülkiyet
sözkonsudur, hem de piyasalarda rekabet geçerlidir. Buna karşın II ve IV numaralı
alanda etkinlik düşüktür. İster özel , ister kamusal mülkiyet olsun tekelci
piyasalarda asla etkinlik sözkonusu olamaz. III numaralı alana ise soru işareti
konulmuştur. Kamusal alanda rekabetçi piyasaların olamayacağını ya da daha doğru
bir ifadeyle kamusal alanda fonksiyonel rekabete işlerlik
kazandırılmasının son derece güç olacağını söyleyebiliriz.
Buraya kadar girişimciliğin iki türü olan özel
girişimcilik ve kamu girişimciliğini ele aldık ve etkinlik yönünden
karşılaştırma yaptık. Girişimciliğin bir başka tipolojisi daha yapılabilir. Üretici girişimcilik ve rantiyeci
girişimcilik.... Üretici girişimciler, gerçek girişimcilerdir. Bunlar üretim
faktörlerini bir araya getirerek mal ve
hizmet üretiminde bulunurlar ve dolayısıyla GSYİH ‘ya katkıda bulunurlar.
Spekülatörler, arbitraj işi yapanlar, devletten teşvik elde etmek için çaba
sarfedenler ve benzeri kişiler ise gerçek
anlamda girişimci sıfatını haketmezler.
Bu gruptaki kişileri
“rantiyeci” olarak adlandırmak mümkündür. Önemle belirtelim ki, piyasa
ekonomisinde bazı türde faaliyetler milli gelire hiçbir katkısı olmayan türden
aracılık, rantiyecilik ve avantacılık faaliyetlerdir.
Bunun dışında devletin ekonomiye müdahale etmesi sonucu ortaya çıkan çeşitli
rantlar da bulunmaktadır. Bu tür “rant kollama” gayreti içinde olan kişileri de
gerçek girişimci olarak adlandırmak asla mümkün değildir. |