TÜRKİYE'DE DEĞİŞİMİN VE DEVLET REFORMUNUN GERÇEKLEŞTİRİLMESİNİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER

Prof.Dr.Coşkun Can Aktan

 

 

 

Ülkemizde toplumsal değişimin düzenli ve istikrarlı bir hızda ilerlemesinin önündeki engellerden belki de en önemlisi siyasal kültür ve bu çerçevede demokrasi kültürüdür. Türki siyasal kültüründeki  merkeziyetçi-bürokratik gelenek, askeri-bürokratik elitlerin hakimiyeti, toplumun kendini dayanışmacı bir cemaat olarak algılaması, devlet müdahaleciliğinin yaygın olması, toplumda uzlaşmaya gerektiği kadar değer verilmemesi, devletten bağımsız sivil toplum kuruluşlarına daima şüphe ile bakılması vs. faktörler toplumsal gelişmenin önünde engeller oluşturmuşlardır.

Bu genel tespit ve değerlendirmelerden sonra ülkemizde değişime aktif olarak direnen kesimlerin bir tahlilini yapmaya çalışalım.

Ülkemizde değişim projelerinin gerçekleştirilmesini istiyor gibi görünse de bu konudaki samimiyetini ciddi olarak ortaya koymayan kesimlerin başında siyasal iktidarların ve bürokrasinin geldiğini söyleyebiliriz.  Siyasal gücü elinde tutan, karar alma gücüne ve yetkiye sahip olan hükümetler maalesef muhalefette iken değişim yanlısı iken , iktidara geldiklerinde “statükocu” bir duruma düşmektedirler.

Ülkemizde mevcut siyasal istikrarsızlık ortamı ve çok sık yapılan genel seçimler hükümetlerin seçim beyannamelerinde yeralan radikal toplumsal dönüşüm projelerini uygulamaya koymalarını engellemektedir. Radikal toplumsal dönüşüm projelerini yürürlüğe koymak için parlamentoda gerekli anayasal ve yasal değişiklikleri yapacak ölçüde güçlü hükümetler gereklidir. Türkiye'de bugünkü tabloya bakıldığında güçlü bir hükümetin varlığından sözedilemez.

Ülkemizde 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra 6 Kasım 1983 seçimlerini büyük bir farkla kazanan Anavatan Partisi döneminde güçlü bir hükümet işbaşında olmuştur. Birinci ANAP Hükümeti döneminde (1983-1987) Türkiye'de "zihniyet devrimi"  anlamında önemli bir değişim yanısıra, çeşitli alanlarda (enerji, telekomünikasyon vs.) önemli gelişmeler ve ilerlemeler kaydedildiğini söylemek mümkündür. Ancak ne var ki, 1983 yılından Turgut Özal'ın 31 Ekim 1989 tarihinde Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesine kadar olan dönem zarfında ülkemiz,  radikal bir toplumsal dönüşümü gerçekleştirme fırsatını kaçırmıştır. Turgut Özal'ın   gerçekleştirmeyi arzu ettiği reformlar  (anayasa reformu, başkanlık sistemi reformu, özelleştirme reformu, eğitim reformu, sağlık reformu, sosyal güvenlik reformu vs.) geçen 1983-1989 dönemi  zarfında yapılamamıştır.

Bu  dönemde Türkiye'nin değişen dünyanın yeni gerçeklerini öğrenme  ve bir vizyona sahip olma imkanı olmuştur. Türkiye  gibi devletçilik anlayışının yaygın olduğu bir toplumda bu "zihniyet değişimi"nin yaratılmasının bir başarı olduğunu da kabul etmek gerekir. Ancak tekrar ifade edelim ki, Türkiye, Özal döneminde maalesef radikal toplumsal dönüşüm projelerini gerçekleştirme fırsatını kaçırmıştır. Özal sonrası dönemde ise Türkiye'de siyasal istikrarsızlık ortamı daha da artmıştır.

Ülkemizde işçi sendikalarının da bazı önemli toplumsal dönüşüm projelerinin gerçekleşmesine aktif olarak karşı olduğu söylenebilir. 1980’li yıllarda ve hatta 1990’lı yılların ortalarına kadar ülkemizde işçi sendikaları özelleştirme reformuna ciddi olarak muhalefet göstermişlerdir. Ancak son yıllarda işçi sendikalarının eski uzlaşmaz tutumlarının sona erdiğini ve dünyanın yeni gerçeklerini kavrama eğiliminde oldukları açıkça görülebilmektedir. Şüphesiz "sosyal diyalog" ile daha da gelişecek olan bu eğilim sevindiricidir.

Ülkemizde bazı önemli toplumsal dönüşüm projelerinin gerçekleşmesine engel olan bir diğer kesim özel sektör  ve bu kesimin çıkarlarını savunmak için oluşturulmuş baskı grupları olmuştur. Örneğin, iş dünyası uzun yıllar  dış ticaretin serbestleştirilmesine engel olmuş ve korumacılık yönünde lobicilik yapmıştır. İthalat yasaklarının azaltılması, tarife ve tarife benzeri engellerin kaldırılması ve/veya azaltılması yönündeki değişim çabaları çıkar ve baskı grupları  tarafından çok uzun yıllar engellenmiştir. Türkiye'nin gümrük birliğine katılması yönünde de bazı özel şirket ve holdinglerin oluşturdukları "anti-gümrük lobileri" faaliyette bulunmuşlardır. Özetle, işçi kesimi gibi işveren kesimi de kendi özel çıkarlarına ters düşen reformlara engel olmaya çalışmışlardır.

Bunun dışında ülkemizde değişime karşı olan başka kesimleri de belirtebiliriz. Örneğin, eğitim alanında özelleştirme ve paralı eğitim modeline bazı öğrenci topluluklarının aktif olarak karşı olduklarını görebilmekteyiz. Üniversitelerde görev yapan öğretim elemanlarının önemli bir kısmının da aktif değilse bile pasif olarak değişimi engellediklerini söylemek mümkündür. Zira, rekabetin sözkonusu olmadığı  yükseköğretimde, bu kesim zora girmeden ve fazla çalışma gereğini duymadan mevcut sistemde konumlarını sürdürmektedirler. Oysa değişim ve bunun sonucunda gelecek olan  rekabet bazı öğretim üyelerinin daha fazla çalışmasını, hatta işlerini kaybetmesi sonucunu doğurabilecektir.

Ülkemizde 8 yıllık kesintisiz eğitimin gerçekleştirilmesi reformunu gerçekleştirmek de kolay olmamıştır. Bazı siyasal  islamcı çevreler bu reformun gerçekleşmemesi için uzun süre direnmişler ve mücadele etmişlerdir.

Ülkemizde sağlık ve sosyal güvenlik reformlarına  toplumun çeşitli kesimleri karşı olma eğilimlerini sürdürmektedirler.  Özellikle gelişmiş ülkelerde sağlık ve sosyal güvenlik hizmetleri alanında deregülasyon, serbestleştirme ve daha ileri bir aşama olarak özelleştirme  reformları yaygın olarak uygulanmaktadır. Dünyada eğitim hizmetleri yanısıra sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerinin sunulmasında devletin rolünün ve görevlerinin yeniden tanımlandığını ve  bu hizmetlerde özel kesimin rolünün genişletildiğini görüyoruz.  "Paralı eğitime hayır!" sloganı ile eğitim reformuna karşı olanlar aynı şekilde "sağlık para ile satılmaz!" sloganı ile sağlık hizmetlerinde yapılacak radikal değişime karşı olma eğilimdedirler. Ülkemizde "zorunlu özel sağlık sigortası"  reformu ile ilgili olarak kapsamlı çalışmalar yapılmış olmakla birlikte bu değişim projesi maalesef uygulanabilmiş değildir. Sosyal güvenlik alanındaki tartışmalar da esasen çok dar bir alanda sıkışıp kalmıştır. Sosyal güvenlik reformunun sadece bir yönü olan emeklilik yaşının yükseltilmesi konusunda işçi sendikaları  ve diğer bazı kesimler "mezarda emekliliğe hayır!" sloganı ile uzun süre bu alanda yapılacak yasal düzenlemeleri engelleme yönünde çaba içerisinde olmuşlardır.

Bir başka örnek vergi reformudur. Türkiye'de vergi sistemi ve vergi mevzuatı konusunda ciddi değişiklikler yapılması kaçınılmazdır. En başta ülkemizde adil bir vergi sisteminin oluşturulması, kayıt dışı ekonominin daraltılması ve vergilendirilmesi  vesaire reformların yapılması istenilmekte, ancak bu konuda somut adımlar atılamamaktadır.  Mevcut sistemde çeşitli çıkar grupları sürekli olarak vergi istisna ve muafiyetlerinin genişletilmesi için çaba sarf etmektedir. Oysa istisna ve muafiyetlerin kaldırılması bu kesimlerin işine gelmediğinden vergi reform taslakları hazırlanırken lobicilik faaliyetleri artmaktadır.  Bu örnekten de anlaşılacağı üzere herkes kendi çıkarlarına ters düştüğü durumda yapılacak reformlara karşı olmayı tercih etmektedir.

Türkiye'de yıllardır üzerinde en çok konuşulan konuların başında gelen yerel yönetim reformunun gerçekleştirilememesinin temel nedeni de merkezi yönetimin güç ve yetkilerini elinden bırakmamak istememesidir. Herkes merkeziyetçiliğin sakıncaları  konusunda hemfikir olmasına rağmen  "yerelleştirme" reformunu bugüne değin gerçekleştirmek mümkün olmamıştır.

Yukarıdaki örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Özet olarak ifade etmek gerekirse, ülkemizde statükonun muhafazası için çabalayan ve dolayısıyla değişime karşı aktif olarak direnen çeşitli kesimler bulunmaktadır. Değişime direncin bir değil pek çok nedeni ve kaynağı sözkonusudur. Ancak, her toplumda olduğu gibi ülkemizde de değişimi engelleyen en önemli faktörün "özel çıkar" olduğunu belirtmeliyiz. Bunun dışında değişime pasif olarak direnen kesimler de toplumumuzda sayı olarak azımsanmayacak düzeydedir. Toplumsal sorunlara karşı ilgisiz ve kayıtsız olan kimseler değişim için mücadele etmekten de kaçınmaktadırlar.

Bu açıklamalardan sonra şimdi şu sorunun cevabını ortaya koymaya çalışalım: Türkiye'de devlet reformuna direncin kırılması ve değişimi gerçekleştirebilmek için ne yapılmalıdır ? 

Ülkemizde toplumsal dönüşüm projelerinin gerçekleşmesine aktif veya pasif olarak engel olan pek çok faktör ve/veya kesim bulunmaktadır. Toplumsal dönüşümün önündeki tüm engelleri aşabilmek için, öncelikle bu faktör ve/veya  kesimleri tespit etmek gereklidir. Toplumsal dönüşüme direnen kesimler çok iyi bir şekilde analiz edilmelidir.

Değişime direncin kırılması ve toplumsal desteğin sağlanması için izlenecek stratejiler çok çeşitli olabilir. İzlenecek stratejilerin değişime direniş sebeplerine göre farklı olabileceğini önemle belirtmek gerekir. Örneğin, bilgisizlik dolayısıyla, toplumda  bazı kesimler  yapılacak reformlara aktif ya da pasif direniş gösterebilirler. Bilgisizlik değişimin önündeki en büyük engellerden birisidir. Bilgisizlikle mücadele etmenin yolu eğitimdir. Halka değişimin önemi anlatılmalı ve halkın desteği sağlanmalıdır. Aynı şekilde korku, gelecek şoku, değişimi yararsız ve önemsiz görme vesaire faktörler dolayısıyla değişime direnen kesimlerin bu direncinin kırılmasında en önemli araç eğitimdir. Muhafazakar ve aşırı milliyetçi çevreler de genellikle yeni global  gerçeklere karşı olma eğilimdedirler. Bu kesimler için  "yerel"  , "milli" , "dini" vs. değerler  "evrensel" değerlerden daha önemli olabilmektedir. Bu çevrelerde değişime olan direncinin kırılması için de yine eğitim yoluyla bilgilendirme, iletişim, ikna etme ve saire yöntemlerin uygulanması gereklidir.

Öte yandan, insanların bir kısmının ise tabiatları gereği atalet ve rehavet;  bir kısım insanların ise toplumsal sorunlara karşı ilgisizlik ve kayıtsızlık içerisinde oldukları bilinmektedir.  Bazı insanlar ise statükodaki halinden hoşnut olduğundan  toplumsal sorunlarla mücadele etme ve çözüm üretme bakımından medokratik bir davranış sergilerler.  Bu türde davranışlara sahip olan bireylerin değişime aktif desteğinin kazanılması için etkin iletişim gereklidir. Toplumsal sorumluluğun önemi her fırsatta  vurgulanmalı, toplumda herkesin değişim için mücadele etmesi gerektiği hatırlatılmalı  ve değişimin sonuçta herkesin yararına olacağı halka iyi bir şekilde anlatılmalıdır. Bu konuda medyaya çok önemli bir görev düşmektedir. Birey ile iletişim kurmada medya çok etkin bir araçtır  ve başta televizyon olmak üzere tüm kitle iletişim araçlarının üzerlerine düşen sorumluluğu üstlenmeleri gerekir.

Ülkemizde bazı toplumsal dönüşüm projelerine  (örneğin, özelleştirme, sosyal güvenlik reformu vs.) karşı olma eğiliminde olan işçi sendikalarının tepkilerinin azaltılması için izlenecek en etkin yönetim  "sosyal diyalog"dur.  Hükümet, işçi ve işveren  kesimleri "üçlü diyalog" ile konuyu birlikte değerlendirmeli ve birlikte karar alma ve uzlaşma yollarını aramalıdır.

Toplumsal dönüşüm projelerini gerçekleştirme görevinin ve sorumluluğunun diyalogsuz bir hükümetin elinde olmaması gerekir. Hükümetler, şüphesiz yürütme görevini ve yetkisini elinde bulunduran bir organdır. Ancak toplumsal dönüşüm projelerinin başarıyla uygulanabilmesi için hükümetle çok yakın diyalog içerisinde olacak bir Toplumsal Uzlaşma Konseyi'nin varlığı son derece önem taşımaktadır. Ülkemizde halen Ekonomik ve Sosyal Konsey adı altında bir uzlaşma konseyi bulunmasına rağmen etkin işlerliğe sahip değildir. Bu konseyde toplumun tüm kesimlerinin temsil edilmesi önem taşımaktadır. Toplumsal Uzlaşma Konseyi'nde kamu sektörü yanısıra, özel sektör  ve üçüncü sektörü temsil eden tüm kuruluşların  da bulunması gereklidir.

Bu genel bilgilerden sonra şimdi daha somut olarak ülkemizde toplumsal dönüşümün önündeki engellerin aşılması için gerekli şartları, yapılması gereken işleri ve atılması gerekli adımları maddeler halinde özetlemeye çalışalım:

§                    Değişimin önündeki engellerin aşılması için etkin liderlik gereklidir. Herhangi bir organizasyonu başarıya taşıyacak olan en başta lider ve üst yönetimdir. Lider  ve üst yönetimin değişimin kaçınılmaz olduğuna inanması ve değişimin önündeki engelleri kaldırmak için mücadele etmesi gereklidir.

§                    Değişimin önündeki engellerin aşılması için etkin vizyon gereklidir. Vizyon olmaksızın değişimi başarmak mümkün değildir. Etkin vizyon oluşturma ve vizyon paylaşımı için etkin liderlik gerekir. Lider,  vizyona sahip olmalı ve bu vizyon insanların düşüncelerini ve davranışlarını etkileyebilecek özellikte olmalıdır. Etkin vizyon açık ve anlaşılır olmalı ve başarıyı kamçılamalıdır.

§                    Değişimin önündeki engellerin aşılması için etkin iletişim/diyalog gereklidir. Lider, etkin vizyon paylaşımını ancak etkin iletişimle sağlayabilir. Değişimin önemi, niçin gerekli olduğu, sağlayacağı yararlar, değişimi gerçekleştirmemenin bedeli, değişimin nasıl uygulanacağı ve benzeri konular  toplumsal dönüşüm için tüm halka; organizasyonel dönüşüm için ise tüm çalışanlara anlatılmalıdır. Eğitim, bilgi paylaşımı ve iletişim kanallarının açık olması etkin diyalog demektir.

Değişimin önündeki engellerin aşılması için etkin katılım gereklidir.  Gerek toplumsal dönüşüm, gerekse organizasyonel dönüşümün başarı şansı etkin katılıma bağlıdır. Organizasyonel dönüşümde  tüm çalışanların yapılan çalışmalara aktif olarak katılımı sağlanmalıdır. Bunun için motivasyon ve ödüllendirme, yetki devri, takım çalışması ve benzeri uygulamalar önem taşımaktadır. Toplumsal dönüşümde ise tüm toplum kesimlerinin değişimin planlanması ve uygulanması sürecine aktif olarak katılımı sağlanmalıdır.  Etkin katılım ve etkin iletişim, değişimin önündeki engellerin aşılması için son derece önemlidir. "Sosyal diyalog" anlayışının kurumsallaştığı bir ortamda radikal dönüşümün önündeki engelleri aşmak daha kolay olacaktır.

 


Kaynak: C.Can Aktan, Değişim Çağında Devlet, Çizgi Kitabevi, 2003 adlı kitaptan alıntılarla hazırlanmıştır.