DEMOKRASİ ÜZERİNE
 
 

 


 

DEMOKRASİ ÜZERİNE [1]

 

 

Friedrich A. von Hayek

 

Çeviren: Engin Hepaksaz

 

 

Demokrasinin sadece özel bir türü, neredeyse bütün dünyada, gerçek demokrasinin yerine kullanılmaktadır. Üstelik de bu özel demokrasi türü hiçbir şekilde gerçek demokrasinin orijinal anlamının gerekli  temel niteliklerini tanımlamamaktadır. Aslında Aristo, bu özel demokrasi türünün “Demokrasi” olarak adlandırılıp adlandırılmaması konusunda bile şüpheler taşımıştır.

 . Demokrasinin idealindeki temel anlamına karşılık gelmekten oldukça uzak olmasına rağmen, demokrasinin özel bir şekli olabilecek yaklaşım, artık her yerde gerçek  demokrasi kavramının yerini almaktadır.

Demokrasi kavramı başlangıçta nihai gücün, her ne olursa olsun halkın çoğunluğunun veya onları temsil edenlerin ellerinde olması gerektiğinden başka bir anlam taşımamıştır. Ancak o, bu gücün sınırları konusunda hiçbir şey söylememiştir.  Ekseriyetle yanlış  bir şekilde nihai gücün sınırsız olması gerektiği söylenmiştir. Nihai güce çoğunluk düşüncesinin hakim olması gerektiği fikrinden, belirli konulardaki çoğunluk iradesinin sınırsız olması gerektiği sonucu kesinlikle çıkmamalıdır. Gerçekte, klasik güçler ayrılığı teorisi, temsili meclisin ellerinde olacak olan  yasamanın, sadece kanunların çıkarılması ile meşgul olması gerektiğini (Özünde varolan bazı özelliklerinden dolayı, belirli bazı emirlerden ayırt edilebilir olduğu varsayılmaktadır) çünkü sadece nomoi anlamındaki  kanunların yasama organı tarafından çıkarılmaları sebebiyle, belirli konularda alınan kararların bu anlamda kanun  olmadıklarını varsaymaktadır. Gerçek anlamda kanunlar ile belirli konulardaki kararlar arasında  bu şekilde bir ayrım yapılmadığı  takdirde güçler ayrılığının farklı görevlerin farklı birimler tarafından yerine  getirileceği fikri anlamsız ve gerçekten de döngüsel kalacaktır[2].

Yasama organının işinin sadece kanun çıkarmak olduğu bir durumda, verilen bir önergenin yasalaşıp yasalaşmayacağı konusunda, o önergenin bünyesinde taşıyacağı bilinen bir özelliğine bakılacaktır. Ve bu sayede o önergenin kanun olup olamayacağı belirlenebilecektir. Yoksa onun kaynağı tek başına yeterli bir yasallık kriteri oluşturmayacaktır. 

Hiç şüphesiz, liberal anayasacılığın ve temsili hükümetin büyük teorisyenlerinin, güçler ayrılığı fikrini ileri sürdükleri dönemde “kanun” ile anlatmak istedikleri şey, nomos olarak adlandırdığımız şeydi.  Kanunların yapılması ve devletin davranış ve yapısını belirleyen organizasyona ilişkin kuralların belirlenmesi görevinin aynı temsili meclise emanet edilmesi sonucu, bu teorisyenlerin amaçlarına ulaşamaması, burada daha fazla tartışamayacağımız ayrı bir konudur. Evrensel adil davranış kurallarının emrettiği ile sınırlı kalmayan bir yasama organı, organize  çıkar grupları tarafından, yasama gücü aracılığı ile  belirli özel çıkarların elde edilmesine zorlanacaktır. Böyle bir kurumsal düzenlemenin doğuracağı kaçınılmaz sonuçlarla da  artık ilgilenmemeliyiz. Burada ilgili olduğumuz tek şey, en üstün otoritenin böyle bir güce sahip olmasının gerekli olmadığıdır. Gücü sınırlamak için başka bir gücün varlığına gerek yoktur. Bütün güç düşünceye dayanmalı ve düşünce, evrensel kurallara dayanan (adil davranış kuralları) ve böylece  adalete olan inancını kanıtlamış olan nihai gücü tek güç olarak tanımalıdır.  İşte böyle bir durumun varlığında en üstün güç, adil davranış kurallarının belirlemiş olduğu nihai gücün bu sınırlarını aşar aşmaz otoritesini kaybedecektir.

Bu nedenle en üstün gücün sınırsız bir güç olmasına gerek yoktur. Çünkü evrensel adil davranış kuralını ifade eden nomos’un temel niteliğine sahip olmayan herhangi bir şeyi telaffuz ettiği anda, en üstün güç, düşüncenin vazgeçilmez desteğini kaybeden bir güç olacaktır. Papanın, belirli konularda kendi kararlarını değil sadece doğmayı emrettiği sürece yanılmaz olarak addedilmesi gibi, yasama organı da ancak yasal  nomos durumunun kesin varlığı anlamında yasa yapma gücünü göstererek en üstün olabilecektir. Ve yasama organı  devletin belirli bazı amaçlarıyla ilgilenmeyen, bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından önemli ölçüde sınırlandırılabilecektir. Çünkü yasama organı kararlarının nomos’un karakterine uyup uymadığı ve bu yüzden de kanuni bağlayıcılığı olup olmadığına karar verebilecek olan bu bağımsız ve tarafsız mahkemelerin önünde, tarafsız ve nesnel  testler mevcut olacaktır (Bununla birlikte belirli durumlar karşısında uygulanmaları zor olabilir). Bütün gereken, yasama organı faaliyetlerinin, her geçerli kanunda olması  gereken kesin resmi özelliklere  sahip olup olmadığını söyleyebilecek bir adalet mahkemesinin varlığıdır. Fakat emirlerin uygulanmasında bu mahkemenin pozitif güce sahip olmasına gerek yoktur.

Temsilciler meclisindeki çoğunluk böylece en üstün   fakat artık sınırsız olmayan  bir güce sahip olabilir. Eğer onun gücü nomotheate (Hem John Stuart Mill, hem de 17. yüzyıl İngiliz teorisyenlerinin başvurduğu diğer bir Yunanca terimi canlandırmak için)[3] veya nomos anlamında sınırlandığında ,belirli emirlerin çıkarılmasında kullanılan güç hariç olmak üzere, bu güce kanunların çıkarılmasında başvuran belirli gruplar lehine ayrıcalık ve ayrım yapılması için kanunun hiçbir  zorlaması olmayacaktır. Bu çeşit bir güç kolay kolay varolmayacaktır. Çünkü en üstün gücü kullanan kim olursa olsun kendisini evrensel kurallarla bağlamak suretiyle faaliyetlerinin yasallığını kanıtlamak zorunda kalacaktır.

Sadece, devletin yanında özel şahısları da bağlayan zorlayıcı kuralların değil, hükümet birimlerinin idaresinin de demokratik olarak belirlenmesini istiyorsak, ikincisini gerçekleştirmek için temsili bir birime ihtiyacımız olacaktır.  Fakat bu birimin nomos’ un emrettiğiyle aynı olmasına gerek yoktur ve olmamalıdır da.  Kendisi, başka bir temsili birimin emrettiği nomos’un idaresinde olmalıdır, ki bu birim  ayrıca diğerinin değiştiremediği gücün sınırlarını da belirleyecektir.  Böyle bir icrai ve idareci (fakat kesinlikle yasama ile ilgili olmayan) temsili birim, o zaman gerçekten de çoğunluğun iradesiyle ilgili konularla  meşgul olacaktır (Örneğin belirli somut bir amacın gerçekleştirilmesiyle). Bu meşguliyet, yürütmeye ilişkin güçlerin kullanımını takip açısından olacaktır. Birim, örneğin düşüncenin neyin yanlış neyin doğru olduğu gibi sorgulamalarıyla meşgul olmayacaktır. Birim kendisini somut ve gerçekleştirilebilir ihtiyaçların karşılanmasına adayacaktır. Bunun için de amaçların gerçekleştirilmesinde mevcut bir çok olanağı kullanacaktır.

Liberal  anayasacılığın babaları, yüce meclislerde gerçek anlamda yasama faaliyeti olarak nomos’un emrettiğiyle ilgili kalınmasını düşündüklerinde kesinlikle haklılardı. Ve yine onlar, bizim parti, onlarınsa hizip olarak adlandırdıkları organize çıkar gruplarının bu faaliyet içerisinde yer almaması gerektiğini düşündüklerinde de kesinlikle haklılardı. Partiler gerçekte somut irade meseleleriyle ilgilidirler. Yani bunları oluşturmak için bir araya gelen insanların belirli çıkarlarının tatmini ile. Fakat yasama  organının yapması gereken ise  düşünceyi ifade etmek olmalıdır ve bu yüzden belirli çıkarların temsilcilerinin ellerinde değil, fakat belirli çıkarların tüm zorlamalarına karşı korunması gereken kişilerin, yani hakim düşüncenin örnek bir temsilcisinin kontrolüne bırakılmalıdır.

Böyle bir temsili birimi oluşturmak üzere başka bir yerde bir metot teklif etmiştim[4]. Partiler devlet kurumunun etkin demokratik yönetimi için yine de gerekli kalmayı sürdürecek olmalarına rağmen, bu metot o birimi organize partilerden bağımsız kılmaya yetecektir. Metot kurul üyelerinin, sonrasında tekrar seçilemeyecekleri uzun dönemler için seçimini gerektirmektedir. Onları, hakim  düşüncenin temsilcisi yapabilmek için yaş grupları itibariyle bir temsil kullanılabilir.  Her bir nesilde, yaşamları boyunca bir kez seçilmiş olanlar, kırkıncı yaşlarından itibaren 15 yıllık bir hizmet döneminin temsilcileri olacak,  ondan sonra ise profesyonel yargıçlık gibi sürekli bir mesleğe sahip olabileceklerdir. Bu durumda, kanun yapıcı meclis 40-55 yaş arası bayan ve erkeklerden oluşmuş olmaktadır (Ve böylece muhtemelen mevcut temsili meclislerden az çok daha aşağı bir yaş ortalaması!).  Bu kişiler, kendilerini günlük yaşamları içerisinde kanıtlama imkanı elde etmenin ve aktif yaşamlarının geri kalan dönemlerinde onurlu bir pozisyon elde etmek için kişisel mesleklerini terk etme tercihinin ardından, yaşıtları tarafından seçilmektedirler.

Yaşıtlarının  (ki genellikle en yetenekli yargıçlardan oluşmaktadır) seçimi ile oluşturulan böyle bir seçim sistemi ile, akıllı ve onurlu insanların oluşturduğu bir senatonun varlığını öngören politik kuramcıların idealine de şimdiye kadar denenenlerin en iyisi olarak, bir adım daha yaklaşılmış olacaktır.  Yasama faaliyeti konusunda  böyle bir birimin gücünün sınırlandırılması, ilk etapta daha önce hiç varolmamış olan gerçek güçler ayrılığını ve böylece de gerçek bir hukuk devleti ve etkin kanun kurallarını mümkün kılacaktır.  Diğer taraftan hükümet veya icrai meclis, kurulu bir parti düzeni içerisinde seçilmeye devam ederek, daha önce bahsedilen kanunların uygulanması ve belirli hizmetlerin gerçekleştirilmesi işlevlerini daha sağlıklı yürütebilecektir.

Yürürlükteki  anayasal düzenlerde yapılacak böyle bir değişim, devlet gücünün kötüye kullanımını önlemek için, can sıkıcı bir şekilde tasarlanmış olan tamamen gereksiz  hayalden, güç halk çoğunluğunun ellerine geçer geçmez, nihayet kurtulacağımızı öncelikle varsaymaktadır. Her şeye kadir demokratik hükümetin her zaman özel çıkarlardan ziyade genel çıkarlara hizmet edeceğini beklemek için hiçbir haklı gerekçe bulunmamaktadır. Belirli gruplara fayda sağlamada serbest olan demokratik hükümetin, organize çıkarlar koalisyonunun  etkisinde kalacağı açıktır. Burada, tüm kısmi ve özel çıkarlar  hariç olmak üzere  toplumsal hak ve hukukun  klasik anlamını ifade eden genel çıkarlar ikinci planda kalmaktadır.

Demokrasi kelimesinin sürekli olarak belirli konularda çoğunluğun sınırsız gücü düşüncesine bağlanmasından çokça pişmanlık duyulmaktadır.[5] Eğer bu böyle ise, demokrasinin orijinalindeki ideali  ifade etmek üzere yeni bir kelimeye ihtiyacımız var demektir. Bu ideal, neyin adil olduğu konusundaki halk düşüncesinin egemen olmasını ifade eder. Fakat yönetimde etkisi bulunan organize çıkar koalisyonları aracılığı ile somut neticelerin elde edilmesini isteyen halk  iradesi bu ideali yansıtmaz.  Demokrasi ve sınırlı devlet birbirleriyle uyuşmaz fikirler haline gelmişlerse, bir zamanlar sınırlı demokrasi olarak adlandırılması muhtemel olan şey için yeni bir kelime bulmamız gerekir.  Demos düşüncesinin nihai otorite olmasını, fakat yöneten çoğunluk egemenliğinin bireylere kuralsız zorlama, kratos, yapmasına  izin verilmemesini istiyoruz[6]. O halde çoğunluk, geçici kararnamelerle değil, ilan edilmiş ve insanların bilgisi dahilinde bulunan kurulu kanunlarla yönetilmelidir (archein).  Muhtemelen böyle bir siyasi düzeni demos  ve archein arasında kurmuş olduğumuz ilişki ile tanımlayabilir ve insanların belli iradelerinin değil fakat düşüncenin en yüksek otorite olduğu böyle bir sınırlı devleti demarşi olarak adlandırabiliriz. Yukarıda ifade edilen kişisel tasarı, böyle bir demarşinin oluşumu için muhtemel bir teklif anlamını taşımaktadır.

Şayet, demokrasinin sınırsız devlet olması gerektiği hususunda ısrar edilirse, bu durumda ben demokrasiye inanan birisi değilim ve çerçevesini çizdiğim anlamda kendinden son derece emin bir demarşistim ve öyle  kalmayı da tercih edeceğim.  Hatalarımızın sebebi her şeyi maalesef demokrasi kavramıyla ilişkilendirmekten kaynaklanmakta olup, bundan kendimizi böyle bir isim değişikliği ile kurtarabilirsek, en başından bu yana demokrasiye zarar veren ve demokrasinin defalarca tahribatına sebep olan tehlikelerden de böylece kurtulmayı başarabiliriz. Problem, Atina Meclisinin belirli kişilerin cezalandırılmasına karar verilmesini isterken, Xenophon’un anmağa değer bölümünde bize söylediğinde yatmaktadır. “ İleri gelenler, halkın isteklerinin yerine getirilmesi engellenirse bunun bir felaket olacağını haykırıyorlardı...İşte o zaman, Prytanler korkuyla sorunu ortaya koymayı kabul ettiler. Sophroniskus’un oğlu Sokrates dışındaki herkes. Ve o hiçbir zaman kanun dışı faaliyetler içerisinde olmayacağını söyledi.”[7]

 


 

[1] Friedrich A. Von Hayek, “The Confusion of Language in Political Thought”, Occasional Paper 20 , second  ed.,  London: The Institute of Economic Affairs (IEA), 1968, pp.1-36. (Sözkonusu monografinin sadece demokrasi ve demarşi ile ilgili son bölümü tercüme edilmiştir.). C C Aktan, Demokrasi, Demarşi ve Poliarşi Ankara: Çİzgi Kitabevi, 2005.

 

[2] Bkz:  M. J. C. Vile, Constitutionalism and the Separation of Powers, Clarendon Press, Oxford, 1967.

 

[3] Cf. Philip Hunton , A Treatise on Monarchy, London, 1643, p. 5, and John Stuart Mill, On Liberty and Considerations of Representative Government, ed. R. B. McCallum, Oxford, 1946, p.171

 

[4] bkz:  ‘The Constitution of a Liberal State’, II Politico, 1967.

[5] Cf. R. Wollheim, ‘A Paradox in the Theory of Democracy’, in P.Laslett and W.G. Runciman (eds.), Philosophy, Politics, and Society, 2nd series , London, 1962, p. 72: Demokrasinin modern kavramı ; temelinde, kendilerine sınırlama koyulmamış olan bir  yöneten birimin olduğu devlet biçimi şeklindedir.

[6] John Locke, Second Treatise on Government, sect.131, ed. P.Laslett, Cambridge, 1960, p.371.

[7] Xenophon, Hellenica, I, Vii, 15, Loeb ed. by C.L. Brownson, Cambridge, Mass., and London, 1918, p.73.