WILLIAM BLACKSTONE:

İNSANIN DOĞAL HAKLARI VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ÜZERİNE, 1769

blackstone.jpg (8683 bytes)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Meydan okumaya benzer nitelikteki şeylerden biri de onur kırıcı ve küçültücü neşriyattır. En geniş ve en yaygın anlamıyla ele alırsak, gayri ahlaki ya da yasadışı bir eğilim gösteren her hangi bir yazı, resim veya benzeri şeyleri ifade eder. Ancak, bizim burada göz önünde tutacağımız anlamı, her hangi bir kişiyi öfkeye düşürmek ya da kamuoyunun nefretine, hakir görmesine ve alay etmesine maruz bırakmak için yazıyla, simgelerle ya da resimle ve kamuoyuna açık bir şekilde her hangi bir kişiye ve özellikle bir kamu görevlisine kötü niyetli iftira ve karalamaların yapılmasıdır. Bu tip onur kırıcı ve küçültücü neşriyatın gösterdiği eğilim, toplumsal barışla ilgili konuları öç alma ve belki de kan dökme yönünde kışkırtarak toplumsal barışın bozulmasına yöneliktir. Her hangi bir kişiye yönelik bu tip basılı iftiraların tebliğ edilmesi de kanun nazarında bir yayındır ve bu nedenle bir insana hakaret içeren şahsi bir mektup göndermek, onun basın yoluyla yayınlanması kadar onur kırıcı bir neşirdir, zira her ikisi de barış ve huzuru bozucu bir niteliğe sahiptir. Aynı gerekçe, mektubun içeriği doğru olsun ya da olmasın iftiranın özü açısından önemsizdir zira yayının suç oluşturmasına yol açan şey onun yanlışlığı, suçu ve verilecek cezayı ağırlaştırsa da, yalan olması değil; kışkırtıcı olmasıdır. Günlük hayatta iftira bir hata ya da skandal şeklinde ortaya çıkabilir. Eğer iddia doğruysa davacı olanın şahsi bir zarar görmesi söz konusu değildir ve ona karşı yapılan saldırı toplumsal barışı bozsun ya da bozmasın bir tazminat talebi için bir gerekçe teşkil etmez. Bu nedenle medeni hukuk davalarında suçlamanın doğruluğu mahkeme kürsüsünde sorgulanmalıdır. Ancak, cezai yargılamada, onur kırıcı ve küçültücü bütün yazılı neşriyatın kin ve düşmanlık yaratıcı ve toplumsal barışı bozucu olduğu yönündeki eğilim hukukun dikkate aldığı tek mülahazadır. Bu nedenle bu tip davalarda göz önüne alınabilecek tek gerçek şudur: kitabın ya da yazılı materyalin davalı tarafından yazılıp yazılmadığı ve bunların içeriğinin suç oluşturup oluşturmadığı. Bu iki konu da davalının aleyhine ise topluma karşı yapılan saldırı tamamlanmıştır. İftirayı ister doğrudan, mükerrer olarak, basın yoluyla ya da yayınlayarak yapsın bu tip müfterilerin cezalandırılmasında para cezası kullanılmalıdır ve mahkemenin takdirinde olan bedeni cezalar saldırının şiddetine ve niteliğine göre eza verici nitelikte olmalıdır. Roma’da on iki emir kanununa göre diğer insanların itibarını etkileyen iftira ölüm cezası gerektiren bir suçtu; ancak, Augustus’un tahta çıkmasından önce bedeni ceza uygulanmaya başlandı. İmparator Valentinian zamanında sadece yazmak değil, aynı zamanda yayınlamak ve hatta yazıları imha etmemek bile tekrar ölüm cezasını gerektirir oldu. Bu ve buna benzer bir çok konuda kanunlarımız, Roma’da on üyesi olan hükümet meclisinin ya da daha sonraki imparatorların tiranlık ve karanlık dolu devirlerinde tesis edilen merhametsiz fermanlara kıyasla özgürlük, öğrenme ve insancıllığın daha güçlü olduğu Orta Çağdaki Roma hukukuna benzemektedir.

 

Bu ve bizim daha sonra değineceğimiz diğer örneklerde hakaret içeren, gayri ahlaki, devlete hıyaneti içeren, bozguncu ya da lekeleyici iftiraların bazıları daha şiddetli bir şekilde olmak üzere, İngiliz kanunlarında cezalandırılmaktadır....Basın özgürlüğü özgür bir devlet için elzemdir; ancak, bu yayından önce hiçbir kısıtlamayı içermez ve yayınlandığında cezai konularda sansür özgürlüğü yoktur. Her özgür kişi istediği fikri yayma hakkına sahiptir. Kamu oyuna ulaşmadan önce bunları yasaklamak basın özgürlüğünü tahrip etmektir. Ancak, uygunsuz, zarar verici ya da yasa dışı yayını yapan kişi bu cüretinin sonuçlarına katlanmak zorundadır. Devrim öncesi ve sonrasında olduğu gibi basını lisans sahibinin kısıtlayıcı gücüne tabi tutmak bir insanın önyargılarına bütün bir özgürlük fikrinin tabi kılınması ve insanların öğrenme, din ve devlet ile ilgili konularda keyfi ve itiraz edilemez bir yargıya ulaştırılması demektir. Mevcut kanunun yaptığı gibi her hangi bir tehlikeli veya saldırgan yazıyı neşrettikten sonra cezalandırmak, bu tip zararlı eğilimler konusunda karar verirken adil ve yansız bir yargılama yapılmalıdır, toplumsal barışın, devletin ve sivil özgürlüğün tek esaslı kurumu olan dinin korunması için gereklidir. Bu nedenle fertlerin özgür iradelerine müdahale edilmemelidir. Özgür iradenin suiistimal edilmesi ise yasal cezalandırmaya tabidir. Fikir özgürlüğüne müdahale edilmemelidir. Hem burada takdim edilen fikir özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar hem de toplumun hedeflerini tahrip eden kötü mülahazaların yapılması ve neşredilmesi toplumun düzelteceği bir suçtur. Bir adamın (örneğin iyi bir yazarın) zehrinin gizli bir şekilde muhafaza edilmesine müsaade edilebilir ama bunu kamuya ilaç diye satmasına izin verilemez. Burada bu konuya şu ilaveyi de yapabiliriz: Şimdiye kadar sadece basın özgürlüğünü kısıtlamak için ileri sürülen “basın özgürlüğünün suiistimalini önlemek” gerekçesi, basın bir teftiş memurunun kontrolü altında iken hiçbir zaman iyi bir amaç için kullanılma imkanı söz konusu değilken mütenasip bir cezaya çarptırılmadan her hangi bir kötü amaç uğrunda kullanmak için suiistimal edilemeyeceği ispat edildiğinde, tamamen gücünü kaybedecektir. Bu nedenle ahlaksızlığın sansür edilmesi basın özgürlüğünü korumaktır.

Kaynak: C.Can Aktan ve İ.Yaşar Vural (Derleyen ve Çeviren) , Özgürlük Yazıları, Çizgi Kitabevi, 2003. (Metnin tercümesi Aktan ve Vural tarafından yapılmıştır. İzinsiz kullanılamaz.)

Samuel B. Rudolph (Ed.), The Philosophy of Freedom- Ideological Origins of  the Bill of Rights-, Lanham: University Press of America, 1993. S.53-55.