Meydan
okumaya benzer nitelikteki şeylerden biri de onur kırıcı ve küçültücü
neşriyattır. En geniş ve en yaygın anlamıyla ele alırsak, gayri ahlaki ya da
yasadışı bir eğilim gösteren her hangi bir yazı, resim veya benzeri şeyleri ifade
eder. Ancak, bizim burada göz önünde tutacağımız anlamı, her hangi bir kişiyi
öfkeye düşürmek ya da kamuoyunun nefretine, hakir görmesine ve alay etmesine maruz
bırakmak için yazıyla, simgelerle ya da resimle ve kamuoyuna açık bir şekilde her
hangi bir kişiye ve özellikle bir kamu görevlisine kötü niyetli iftira ve
karalamaların yapılmasıdır. Bu tip onur kırıcı ve küçültücü neşriyatın
gösterdiği eğilim, toplumsal barışla ilgili konuları öç alma ve belki de kan
dökme yönünde kışkırtarak toplumsal barışın bozulmasına yöneliktir. Her hangi
bir kişiye yönelik bu tip basılı iftiraların tebliğ edilmesi de kanun nazarında bir
yayındır ve bu nedenle bir insana hakaret içeren şahsi bir mektup göndermek, onun
basın yoluyla yayınlanması kadar onur kırıcı bir neşirdir, zira her ikisi de
barış ve huzuru bozucu bir niteliğe sahiptir. Aynı gerekçe, mektubun içeriği doğru
olsun ya da olmasın iftiranın özü açısından önemsizdir zira yayının suç
oluşturmasına yol açan şey onun yanlışlığı, suçu ve verilecek cezayı
ağırlaştırsa da, yalan olması değil; kışkırtıcı olmasıdır. Günlük hayatta
iftira bir hata ya da skandal şeklinde ortaya çıkabilir. Eğer iddia doğruysa davacı
olanın şahsi bir zarar görmesi söz konusu değildir ve ona karşı yapılan saldırı
toplumsal barışı bozsun ya da bozmasın bir tazminat talebi için bir gerekçe teşkil
etmez. Bu nedenle medeni hukuk davalarında suçlamanın doğruluğu mahkeme kürsüsünde
sorgulanmalıdır. Ancak, cezai yargılamada, onur kırıcı ve küçültücü bütün
yazılı neşriyatın kin ve düşmanlık yaratıcı ve toplumsal barışı bozucu olduğu
yönündeki eğilim hukukun dikkate aldığı tek mülahazadır. Bu nedenle bu tip
davalarda göz önüne alınabilecek tek gerçek şudur: kitabın ya da yazılı
materyalin davalı tarafından yazılıp yazılmadığı ve bunların içeriğinin suç
oluşturup oluşturmadığı. Bu iki konu da davalının aleyhine ise topluma karşı
yapılan saldırı tamamlanmıştır. İftirayı ister doğrudan, mükerrer olarak, basın
yoluyla ya da yayınlayarak yapsın bu tip müfterilerin cezalandırılmasında para
cezası kullanılmalıdır ve mahkemenin takdirinde olan bedeni cezalar saldırının
şiddetine ve niteliğine göre eza verici nitelikte olmalıdır. Roma’da on iki emir
kanununa göre diğer insanların itibarını etkileyen iftira ölüm cezası gerektiren
bir suçtu; ancak, Augustus’un tahta çıkmasından önce bedeni ceza uygulanmaya
başlandı. İmparator Valentinian zamanında sadece yazmak değil, aynı zamanda
yayınlamak ve hatta yazıları imha etmemek bile tekrar ölüm cezasını gerektirir
oldu. Bu ve buna benzer bir çok konuda kanunlarımız, Roma’da on üyesi olan hükümet
meclisinin ya da daha sonraki imparatorların tiranlık ve karanlık dolu devirlerinde
tesis edilen merhametsiz fermanlara kıyasla özgürlük, öğrenme ve insancıllığın
daha güçlü olduğu Orta Çağdaki Roma hukukuna benzemektedir.
Bu ve bizim daha sonra değineceğimiz diğer örneklerde
hakaret içeren, gayri ahlaki, devlete hıyaneti içeren, bozguncu ya da lekeleyici
iftiraların bazıları daha şiddetli bir şekilde olmak üzere, İngiliz kanunlarında
cezalandırılmaktadır....Basın özgürlüğü özgür bir devlet için elzemdir; ancak,
bu yayından önce hiçbir kısıtlamayı içermez ve yayınlandığında cezai konularda
sansür özgürlüğü yoktur. Her özgür kişi istediği fikri yayma hakkına sahiptir.
Kamu oyuna ulaşmadan önce bunları yasaklamak basın özgürlüğünü tahrip etmektir.
Ancak, uygunsuz, zarar verici ya da yasa dışı yayını yapan kişi bu cüretinin
sonuçlarına katlanmak zorundadır. Devrim öncesi ve sonrasında olduğu gibi basını
lisans sahibinin kısıtlayıcı gücüne tabi tutmak bir insanın önyargılarına
bütün bir özgürlük fikrinin tabi kılınması ve insanların öğrenme, din ve devlet
ile ilgili konularda keyfi ve itiraz edilemez bir yargıya ulaştırılması demektir.
Mevcut kanunun yaptığı gibi her hangi bir tehlikeli veya saldırgan yazıyı
neşrettikten sonra cezalandırmak, bu tip zararlı eğilimler konusunda karar verirken
adil ve yansız bir yargılama yapılmalıdır, toplumsal barışın, devletin ve sivil
özgürlüğün tek esaslı kurumu olan dinin korunması için gereklidir. Bu nedenle
fertlerin özgür iradelerine müdahale edilmemelidir. Özgür iradenin suiistimal
edilmesi ise yasal cezalandırmaya tabidir. Fikir özgürlüğüne müdahale
edilmemelidir. Hem burada takdim edilen fikir özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar
hem de toplumun hedeflerini tahrip eden kötü mülahazaların yapılması ve
neşredilmesi toplumun düzelteceği bir suçtur. Bir adamın (örneğin iyi bir yazarın)
zehrinin gizli bir şekilde muhafaza edilmesine müsaade edilebilir ama bunu kamuya ilaç
diye satmasına izin verilemez. Burada bu konuya şu ilaveyi de yapabiliriz: Şimdiye
kadar sadece basın özgürlüğünü kısıtlamak için ileri sürülen “basın
özgürlüğünün suiistimalini önlemek” gerekçesi, basın bir teftiş memurunun
kontrolü altında iken hiçbir zaman iyi bir amaç için kullanılma imkanı söz konusu
değilken mütenasip bir cezaya çarptırılmadan her hangi bir kötü amaç uğrunda
kullanmak için suiistimal edilemeyeceği ispat edildiğinde, tamamen gücünü
kaybedecektir. Bu nedenle ahlaksızlığın sansür edilmesi basın özgürlüğünü
korumaktır.
Kaynak: C.Can
Aktan ve İ.Yaşar Vural (Derleyen ve Çeviren) , Özgürlük Yazıları,
Çizgi Kitabevi, 2003. (Metnin tercümesi Aktan ve Vural tarafından
yapılmıştır. İzinsiz kullanılamaz.)
Samuel
B. Rudolph (Ed.), The Philosophy of Freedom- Ideological Origins of the Bill of Rights-, Lanham: University Press of
America, 1993. S.53-55.