IMMANUEL KANT:

SİYASİ HAKLARDA TEORİ-PRATİK İLİŞKİSİ ÜZERİNE, 1792

Kant.jpg (22703 bytes)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir toplumu oluşturmak üzere bir araya gelen büyük bir insan grubu tarafından yapılan bütün sözleşmeler arasında sivil bir anayasa teşkil eden sözleşme ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bu anayasa, icrası göz önüne alındığında, ortak bir çabayla elde edilebilen ve seçilmiş bir amaca yöneltilen diğer bütün anayasalarla ortak bir çok yönü varken oluşturulmasındaki ilkelerde diğerlerinin tamamından temelde farklıdır. Bütün sosyal sözleşmelerde herkesin paylaştığı belli ortak amaçlar için sayısız insandan oluşan bir birlik olduğunu görürüz. Ancak, herkesin paylaştığı ve böylece insanlar (karşılıklı olarak birbirlerini etkilemekten sakınamayan) arasındaki bütün dış ilişkilerdeki mutlak ve birincil vazife olan bir amaç olarak birlik, yalnızca bir medeni devleti yani eyaleti tesis etsin diye toplumda oluşturulabilir. Ve bu tip dış ilişkilerde bir görev olan ve bütün başka dışsal görevlerin en üst formel koşulu olan amaç, herkesi başkalarının saldırılarına karşı koruyan cebri niteliğe sahip genel kanunların himayesinde insanların hakkıdır. Bununla beraber bütün bir dışsal haklar kavramı tamamen insanların karşılıklı dışsal ilişkilerindeki özgürlük kavramından çıkarılmıştır ve insanların doğaları gereği sahip oldukları amaçla (yani mutlu olma amacı) ya da bu amaca ulaşmada kullanılabilecek bilinen araçlarla hiçbir ilişkisi yoktur. Ve böylece ikinci amaç, dışsal hakları düzenleyen kanunların belirleyicisi olarak hiçbir suretle işe karıştırılmamalıdır. Haklar, başkalarının özgürlükleriyle uyum sağlansın diye ayrı ayrı her bireyin özgürlüğüne getirilen kısıtlamalardır (Bu da genel kanunların şartları çerçevesinde mümkün olabilir). Ve genel haklar bu sürekli uyumu mümkün kılan maddi kanunların ayırıcı niteliğidir. Diğer tarafın keyfi iradesi ile özgürlüklere getirilen her kısıtlama baskı olarak adlandırıldığından, sivil anayasa,  diğer insanlarla birlikte genel bir birliğin içinde kendi özgürlüğünü elinde tutarken baskıcı kanunlara muhatap olan özgür kişiler arasındaki ilişki olarak anlaşılır. Bu, bütün ampirik sonuçları (hepsi mutluluk genel başlığı altında özetlenebilir) önemsemeksizin saf aklın gereksinimidir. İnsanlar mutluluğun ampirik sonuçları üzerinde ve mutluluk göz önüne alındığında, mutluluğun neyi kapsadığı konusunda farklı görüşlere sahiptirler ve  onların istekleri ne ortak bir ilke çerçevesinde ne de herkesin özgürlüğünü uyumlaştıran her hangi bir maddi yasa altında toplanabilir.

Tam olarak bir hukuk devleti şeklinde adlandırılabilecek olan sivil devlet aşağıdaki önsel  ilkelere dayanır:

1. Bir insan olarak toplumun her üyesinin özgürlüğü,

2. Bir tebaa olarak her bir kişinin başkalarıyla eşitliği,

3. Bir vatandaş olarak devletin her bir üyesinin bağımsızlığı.

Bu ilkeler, dışsal insan haklarının saf rasyonel ilkelerine göre bir devletin tek başına oluşturabileceği kanunlar gibi zaten mevcut olan bir devlet tarafından verilmiş kanunlar değildir. Bu nedenle:

1. Bir insan olarak, devletin anayasasının bir ilkesi olarak insanların özgürlüğü aşağıdaki formül ile ifade edilebilir. Hiç kimse  kendi mutluluk anlayışına göre beni mutlu olmaya zorlayamaz, pratikte uygulanabilir genel hukuk kuralları içinde, yani kendisinin yararlandığı hakların aynısını başkalarına da tanıyarak, başkalarının özgürlüğü ile uzlaşabilen benzer bir amacı güden diğer kişilerin özgürlüğüne tecavüz etmediği sürece herkes kendisinin uygun bulduğu yol ile mutluluğu arayabilir. Bir devlet, tıpkı bir babanın çocuklarına yaptığı gibi, halkına karşı iyiliksever olma ilkesi üzerine kurulmalıdır. Bu tip bir pederşahi devletin idaresi altında, kendisi için gerçekten neyin zararlı ya da faydalı olduğunu ayırt edemeyen reşit olmayan çocuklar gibi, tebaa da tamamen pasif davranmaya ve kendilerinin nasıl mutlu olacakları ve kendilerinin mutluluğunu istemekte samimi olup olmadığı konularında devlet başkanının yargısına güvenmeye zorlanacaklardır. Bu tip bir devlet akla gelebilecek en büyük despotizm, yani hiçbir hakka sahip olmayan tebaasının bütün özgürlüklerini erteleyen bir anayasadır. İdareciler hayırsever olsalar bile insanların haklarına sahip olabilecekleri akla yatkın tek devlet pederşahi olan değil, vatansever devlettir. Vatansever tutum, devlet başkanı da dahil olmak üzere devletteki herkesin devleti anne rahmi gibi kabul ettiği ya da ülkeyi, kendisinin en önce ileriye atıldığı ve gelecek kuşaklara çok değerli bir rehine olarak bırakmak zorunda olan pederşahi bir yer olarak düşündüğü bir devlettir. Herkes kendisini çoğunluğun iradesine dayanan kanunlar ile haklarını korumaya yetkili olarak kabul eder; ancak, bu hakları kendisinin mutlak iradesi doğrultusunda kişisel kullanıma bırakmaz. Bu özgürlük hakkı, bu hakları kullanma kapasitesine sahip oldukları sürece,  bir insan olarak devletin her üyesine aittir.

2. Bir tebaa olarak insanların eşitliği şu şekilde formüle edilebilir: Devletin her üyesi, devlet başkanı ile olan ilişkileri hariç, başkaları ile olan ilişkilerinde zor kullanma hakkına sahiptir. Tek başına devletin bir üyesi değildir, ama onun yaratıcısı ve koruyucusudur ve her hangi bir cebri yasanın öznesi olmaksızın başkaları üzerinde zor kullanma hakkına sahiptir. Ancak, kanunlara tabi olan herkes devlete tabidir ve böylece devletteki diğer bütün üyelerle birlikte zor kullanma hakkına da tabidir. Bunun tek istisnası, onun vasıtasıyla başkaları üzerinde meşru güç kullanımının gerçekleştirilebileceği bir tek kişidir (kelimenin hem fiziki hem de ahlaki anlamıyla), yani devlet başkanıdır.

Kaynak: C.Can Aktan ve İ.Yaşar Vural (Derleyen ve Çeviren) , Özgürlük Yazıları, Çizgi Kitabevi, 2003. (Metnin tercümesi Aktan ve Vural tarafından yapılmıştır. İzinsiz kullanılamaz.)

Walter Laqueur and Barry Rubin (Eds.), The Human Rights Reader, New York: Penguin Books, 1989.s.82-84.