İstediğimiz
şeyleri kamu oyuna aktarırken ve kral ya da onun bakanları tarafından yürürlüğe
konulan her tedbiri açıkça eleştirirken bu ülkede yararlandığımız aşırı
özgürlükten başka hiçbir şey bir yabancıyı hayretler içinde bırakmak için uygun
değildir. Eğer yönetim savaşa karar verirse, kasıtlı olsun ya da olmasın, onların
ulusun çıkarlarını tehlikeye attıkları ve mevcut koşullar altında barışın
kesinlikle tercihe şayan olduğu iddia edilir. Bakanların fikri barış yönünde olursa
bizim siyaset yazarlarımız savaş ve yıkımdan başka bir şeyden bahsetmezler ve
hükümetin değersiz ve yüreksiz olduğunu ispat konusunda
özel bir çaba gösterirler. Bu tip bir özgürlüğe başka hiçbir devlette müsamaha
gösterilmeyeceğinden ... bu durum, doğal olarak, şöyle bir sorunun sorulmasına yol
açmaktadır: Böyle bir özel imtiyazdan nasıl oluyor da Büyük Britanya tek başına
yararlanabiliyor? Ve bu özgürlüğün sınırsız bir biçimde kullanılması avantaj
mı yoksa dezavantaj mıdır?
Bu tip bir
özgürlüğe bizim kanunlarımızın müsamaha göstermesinin nedeni ne tam olarak
monarşik ne de tam olarak cumhuriyetçi olmayan karma devlet yönetim biçimine sahip
olmamız imiş gibi görünüyor. Eğer hata etmiyorsam devlet yönetimindeki iki aşırı
ucun, özgürlük ve köleliğin birbirlerine oldukça yakın oldukları ve aşırı
uçlardan uzaklaşıp monarşi ve özgürlük arasında karma bir devlet yönetim
biçimine ulaşıldığında devletin her zaman daha özgürlükçü olduğu ve
boyunduruğun her zaman daha az keder verici ve katlanılabilir olduğu siyasette
yapılacak iyi bir gözlemle görülebilir. Mutlak güce sahip olan ve kanunların,
geleneklerin ve dinin hepsinin birden halkın mevcut koşullardan tatmin olması konusunda
uzlaşma içinde olduğu Fransa gibi devletlerde monark tebaasına karşı her hangi bir
tahakküm gütmez ve bu nedenle hem konuşma hem de faaliyetler açısından onlara
büyük özgürlükler vermesi yerindedir. Devlete tahakküm edecek kadar güçlü bir
yargıcın söz konusu olmadığı Hollanda gibi cumhuriyetçi olan bir devlette
yargıçlara büyük bir takdir yetkisi sağlamada bir tehlike bulunmaz ve her ne kadar
barış ve düzeni muhafazada bu tip bir takdir yetkisinden bir çok fayda hasıl olsa da
insanların faaliyetleri üzerinde önemli düzeyde kısıtlamaya neden olurlar ve halkın
devlete saygı duymasını zorunlu kılarlar. Bu nedenle mutlak monarşi ve mutlak
cumhuriyet şeklindeki iki aşırı ucun bazı maddi meselelerde birbirlerine
yaklaştıkları aşikardır.
Monarşi ile
büyük ölçüde bir karma meydana getirseler de İngiltere’de devletin cumhuriyetçi
yönü hakim oldukça takdire dayalı bütün yetkileri ortadan kaldırmak ve genel ve
esnek kanunlar yoluyla her kesin hayatını ve kaderini emniyet altına almak için
yargıçlar üzerinde her zaman tetikte olan bir tahakkümü sürdürmek mümkündür.
Kanunlar bu şekilde vasıflandırmadığı sürece hiçbir eylem suç olarak
nitelendirilemez; yargıç önünde yasal bir şekilde ispat edilmediği sürece hiçbir
kişi suçlanamaz...Bu nedenlerle daha önceleri Roma’da söz konusu olan kölelik ve
tiranlıkta olduğu kadar özgürlük ve hatta belki de ahlaksızlık, Büyük
Britanya’da vardır.
Bu ilkeler,
diğer her hangi bir ülkenin müsamahasının ötesinde bu krallıkta söz konusu olan
büyük basın hürriyetinin sebebini de izah etmektedir. Eğer onun ilerlemesini dikkatli
bir şekilde engellemezsek keyfi gücün bizi perişan etmesinden endişe edilmektedir.
Mahkemelerin ihtirasına mani olmak için halk uyanık tutulmalıdır ve bu ruhun
canlandırılmasından duyulan endişe de bu ihtirasın engellenmesi için
kullanılmalıdır. Ulusun bütün bilgi, duygu ve yeteneklerinin özgürlüğün yanında
devreye girmesine ve herkesin özgürlüğün savunulmasına yönlendirilmesine yol
açacak olan basın özgürlüğü kadar hiçbir şey, bu amaca ulaşmada etkili
değildir. Bu nedenle bizim devletimizin cumhuriyetçi yanı kendisini monarşik yanına
karşı koruduğu sürece kendisinin muhafazası için gerekli olan basının özgür
olmasını sağlamada doğal olarak dikkatli olacaktır.
Bu
nedenlerle, basın özgürlüğü bizim karma devlet yönetim biçimimizin desteklenmesi
için çok gerekli olduğundan ikinci soru gündeme gelmektedir: Bu özgürlük yararlı
mı yoksa zararlı mıdır? Ben bir adım daha ileri gitmek ve bu tip bir özgürlüğe
bütün insanlığın ortak hakkı olduğunu iddia edecek kadar az bir güçlük ile
ulaşılabileceğini ve bu özgürlüğün büyük bir talihsizlik olan kiliseye ait
devletler hariç hemen hemen her devletin müsamaha edebileceği bir şey olduğunu ileri
sürüyorum. Roma’daki tribünlerin ve Atina’daki popüler demagogların ateşli
konuşmaları sonrasında ortaya çıkan kötü sonuçlar nedeniyle bu özgürlükten
endişe duymamız gerekmemektedir. Bir kişi
tek başına ve telaşlanmaksızın bir kitabı ya da broşürü okuyabilir. Kimse kötü
etkilerle başkasının fikirlerini benimsemez. Kimse zorla alınıp götürülemez. ...Bu
nedenle basın özgürlüğü kötüye kullanılsa bile popüler kargaşaların ve
isyanların çok nadiren kışkırtılmasına yol açar. Ve onun yol açtığı bu
şikayetler ve örtülü hoşnutsuzluklar bunlara karşı bir tedbir alınması için
yargıçların bilgisine çok geç sunulmalarından kaynaklanmaktadır. İnsanlar
yöneticilerinin dezavantajına olan şeylere bunun tam aksine inanmaktan daha fazla
inanma eğilimine sahiptirler; ancak, onların özgürlüğe sahip olup olmamalarına
bağlı olarak bu eğilim onlardan ayrılmaz bir nitelik haline gelir. Bir fısıltı bir
broşür kadar hızlı ve tehlikeli bir şekilde yayılabilir. Hatta, insanlar özgür
düşünmeye alışmadıklarında ve doğru ile yanlışı ayırt edemediklerinde ondan
daha da tehlikeli olabilir.
Kaynak: C.Can Aktan
ve İ.Yaşar Vural (Derleyen ve Çeviren) , Özgürlük Yazıları, Çizgi
Kitabevi, 2003. (Metnin tercümesi Aktan ve Vural tarafından
yapılmıştır. İzinsiz kullanılamaz.)
Samuel B. Rudolph (Ed.), The Philosophy of Freedom- Ideological Origins of the Bill of Rights-, Lanham: University Press of
America, 1993. S.43-45.