DAVID HUME:

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ÜZERİNE, 1742

Hume.gif (74047 bytes)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İstediğimiz şeyleri kamu oyuna aktarırken ve kral ya da onun bakanları tarafından yürürlüğe konulan her tedbiri açıkça eleştirirken bu ülkede yararlandığımız aşırı özgürlükten başka hiçbir şey bir yabancıyı hayretler içinde bırakmak için uygun değildir. Eğer yönetim savaşa karar verirse, kasıtlı olsun ya da olmasın, onların ulusun çıkarlarını tehlikeye attıkları ve mevcut koşullar altında barışın kesinlikle tercihe şayan olduğu iddia edilir. Bakanların fikri barış yönünde olursa bizim siyaset yazarlarımız savaş ve yıkımdan başka bir şeyden bahsetmezler ve hükümetin değersiz ve yüreksiz olduğunu ispat  konusunda özel bir çaba gösterirler. Bu tip bir özgürlüğe başka hiçbir devlette müsamaha gösterilmeyeceğinden ... bu durum, doğal olarak, şöyle bir sorunun sorulmasına yol açmaktadır: Böyle bir özel imtiyazdan nasıl oluyor da Büyük Britanya tek başına yararlanabiliyor? Ve bu özgürlüğün sınırsız bir biçimde kullanılması avantaj mı yoksa dezavantaj mıdır?

Bu tip bir özgürlüğe bizim kanunlarımızın müsamaha göstermesinin nedeni ne tam olarak monarşik ne de tam olarak cumhuriyetçi olmayan karma devlet yönetim biçimine sahip olmamız imiş gibi görünüyor. Eğer hata etmiyorsam devlet yönetimindeki iki aşırı ucun, özgürlük ve köleliğin birbirlerine oldukça yakın oldukları ve aşırı uçlardan uzaklaşıp monarşi ve özgürlük arasında karma bir devlet yönetim biçimine ulaşıldığında devletin her zaman daha özgürlükçü olduğu ve boyunduruğun her zaman daha az keder verici ve katlanılabilir olduğu siyasette yapılacak iyi bir gözlemle görülebilir. Mutlak güce sahip olan ve kanunların, geleneklerin ve dinin hepsinin birden halkın mevcut koşullardan tatmin olması konusunda uzlaşma içinde olduğu Fransa gibi devletlerde monark tebaasına karşı her hangi bir tahakküm gütmez ve bu nedenle hem konuşma hem de faaliyetler açısından onlara büyük özgürlükler vermesi yerindedir. Devlete tahakküm edecek kadar güçlü bir yargıcın söz konusu olmadığı Hollanda gibi cumhuriyetçi olan bir devlette yargıçlara büyük bir takdir yetkisi sağlamada bir tehlike bulunmaz ve her ne kadar barış ve düzeni muhafazada bu tip bir takdir yetkisinden bir çok fayda hasıl olsa da insanların faaliyetleri üzerinde önemli düzeyde kısıtlamaya neden olurlar ve halkın devlete saygı duymasını zorunlu kılarlar. Bu nedenle mutlak monarşi ve mutlak cumhuriyet şeklindeki iki aşırı ucun bazı maddi meselelerde birbirlerine yaklaştıkları aşikardır.

Monarşi ile büyük ölçüde bir karma meydana getirseler de İngiltere’de devletin cumhuriyetçi yönü hakim oldukça takdire dayalı bütün yetkileri ortadan kaldırmak ve genel ve esnek kanunlar yoluyla her kesin hayatını ve kaderini emniyet altına almak için yargıçlar üzerinde her zaman tetikte olan bir tahakkümü sürdürmek mümkündür. Kanunlar bu şekilde vasıflandırmadığı sürece hiçbir eylem suç olarak nitelendirilemez; yargıç önünde yasal bir şekilde ispat edilmediği sürece hiçbir kişi suçlanamaz...Bu nedenlerle daha önceleri Roma’da söz konusu olan kölelik ve tiranlıkta olduğu kadar özgürlük ve hatta belki de ahlaksızlık, Büyük Britanya’da vardır.

Bu ilkeler, diğer her hangi bir ülkenin müsamahasının ötesinde bu krallıkta söz konusu olan büyük basın hürriyetinin sebebini de izah etmektedir. Eğer onun ilerlemesini dikkatli bir şekilde engellemezsek keyfi gücün bizi perişan etmesinden endişe edilmektedir. Mahkemelerin ihtirasına mani olmak için halk uyanık tutulmalıdır ve bu ruhun canlandırılmasından duyulan endişe de bu ihtirasın engellenmesi için kullanılmalıdır. Ulusun bütün bilgi, duygu ve yeteneklerinin özgürlüğün yanında devreye girmesine ve herkesin özgürlüğün savunulmasına yönlendirilmesine yol açacak olan basın özgürlüğü kadar hiçbir şey, bu amaca ulaşmada etkili değildir. Bu nedenle bizim devletimizin cumhuriyetçi yanı kendisini monarşik yanına karşı koruduğu sürece kendisinin muhafazası için gerekli olan basının özgür olmasını sağlamada doğal olarak dikkatli olacaktır.

Bu nedenlerle, basın özgürlüğü bizim karma devlet yönetim biçimimizin desteklenmesi için çok gerekli olduğundan ikinci soru gündeme gelmektedir: Bu özgürlük yararlı mı yoksa zararlı mıdır? Ben bir adım daha ileri gitmek ve bu tip bir özgürlüğe bütün insanlığın ortak hakkı olduğunu iddia edecek kadar az bir güçlük ile ulaşılabileceğini ve bu özgürlüğün büyük bir talihsizlik olan kiliseye ait devletler hariç hemen hemen her devletin müsamaha edebileceği bir şey olduğunu ileri sürüyorum. Roma’daki tribünlerin ve Atina’daki popüler demagogların ateşli konuşmaları sonrasında ortaya çıkan kötü sonuçlar nedeniyle bu özgürlükten endişe duymamız gerekmemektedir.  Bir kişi tek başına ve telaşlanmaksızın bir kitabı ya da broşürü okuyabilir. Kimse kötü etkilerle başkasının fikirlerini benimsemez. Kimse zorla alınıp götürülemez. ...Bu nedenle basın özgürlüğü kötüye kullanılsa bile popüler kargaşaların ve isyanların çok nadiren kışkırtılmasına yol açar. Ve onun yol açtığı bu şikayetler ve örtülü hoşnutsuzluklar bunlara karşı bir tedbir alınması için yargıçların bilgisine çok geç sunulmalarından kaynaklanmaktadır. İnsanlar yöneticilerinin dezavantajına olan şeylere bunun tam aksine inanmaktan daha fazla inanma eğilimine sahiptirler; ancak, onların özgürlüğe sahip olup olmamalarına bağlı olarak bu eğilim onlardan ayrılmaz bir nitelik haline gelir. Bir fısıltı bir broşür kadar hızlı ve tehlikeli bir şekilde yayılabilir. Hatta, insanlar özgür düşünmeye alışmadıklarında ve doğru ile yanlışı ayırt edemediklerinde ondan daha da tehlikeli olabilir.

Kaynak: C.Can Aktan ve İ.Yaşar Vural (Derleyen ve Çeviren) , Özgürlük Yazıları, Çizgi Kitabevi, 2003. (Metnin tercümesi Aktan ve Vural tarafından yapılmıştır. İzinsiz kullanılamaz.)

Samuel B. Rudolph (Ed.), The Philosophy of Freedom- Ideological Origins of  the Bill of Rights-, Lanham: University Press of America, 1993. S.43-45.