BENEDICTUS DE SPINOZA:

VATANDAŞLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ, 1670

spinoza.gif (8571 bytes)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiçbir insan aklının bütünüyle başkalarının iradesine girmesi mümkün değildir; hiçbir kişi kendi rızasıyla özgür bir şekilde karar verme doğal hakkını başkasına devredemez ya da böyle bir şey yapmaya zorlanamaz. Bu nedenle, aklı kontrol altına almaya çabalayan devlet zalim olarak kabul edilir. Neyin doğru olarak kabul edileceğini, neyin yanlış olarak reddedileceğini ve ibadetlerinde hangi fikirlerin insanları harekete geçireceğini belirlemeye çalışmak egemenliğin kötüye kullanılması ve yönetilenlerin haklarının gasbedilmesi anlamına gelir. Bu konuların tümü, insanların kendi rızaları ile bile feragat edemeyecekleri doğal hakları arasında yer alır.

Bir egemen güce dinin ve hukukun bir temsilcisi olarak güvenilse bile, insanları kendi akıllarına göre ya da her hangi bir düşünceden etkilenerek karar vermekten asla uzak tutamaz. Böyle bir egemen gücün, görüşleri bütün konularda kendi görüşleriyle uyuşmayan kişilere düşman olarak muamele etmek hakkına sahip olduğu doğrudur; ancak, biz burada onun mutlak haklarını tartışmıyoruz, eylem tarzının doğruluğunu tartışıyoruz. En şiddetli bir şekilde yönetme hakkına ve her önemsiz eylemlerinde bile vatandaşlarını idam etme hakkına sahip olduğunu kabul ediyorum; ancak, hiç kimse bunları doğru bir yargılama ile yaptığını savunamaz. Bu tip şeyler, kendisini aşırı bir tehlikeye maruz bırakmaksızın yapılamayacağından bunları yapmak için mutlak bir güce ve dolayısıyla mutlak bir hakka sahip olduğunu bile reddedebiliriz: hükümdarın hakkı gücü ile sınırlıdır.

Bu nedenle, hiçbir kişi karar verme ve düşünce özgürlüğünden feragat etmeyeceğinden, herkes vazgeçilmez doğal haklara sahip olduğundan aykırı ve muhalif bir tarzda düşünen insanlar, felakete yol açan sonuçlar ortaya çıkmadığı sürece, yalnızca üstün gücün diktasına göre fikir belirtmeye zorlanamazlar. En fazla tecrübe sahibi olanlar bile nasıl sessiz bırakılacağını bilemez. İnsanların müşterek zaafı, devletin insanlara ne düşüneceklerini söylemek ve öğretmek yoluyla özgürlükten mahrum bırakacak bir sertlikte bulunmasın diye ya da bu özgürlükleri vererek daha ılımlı olabilsin diye gerekli olan sırlarını ve planlarını başkalarına söylemeleridir.

Devletin asıl amacı, korkutarak kural koymak, kısıtlamalar getirmek ve mutlak itaati sağlamak değildir; bunun tam tersine, mümkün olan en emniyetli şekilde yaşasınlar diye insanları bütün korkulardan beri tutmak, başka bir deyişle, kendisine ya da başkalarına her hangi bir zarar vermeksizin çalışma ve varlığını idame ettirme doğal hakkını güçlendirmektir.

Devletin görevi, insanı rasyonel bir yaratık olmaktan bir kuklaya ya da hayvanca davranan birine dönüştürmek değildir; bunun aksine, emniyet içinde aklını ve fiziksel varlığını geliştirmesine ve aklını zincirlerini kırmada kullanmasına olanak sağlamaktır, insanlara ne kini, öfkeyi ve hileyi ne de hasedi ve adaletsizliği göstermek değildir. Aslında, devletin gerçek amacı özgürlüktür.

İnsanların özgür yargıları çok farklı olduğundan herkes yalnızca kendisinin her şeyi bildiğini düşünür ve her ne kadar düşünce ve ifadenin tam bir ittifak göstermesi mümkün değilse de bireylerin bütünüyle kendi kararlarına göre hareket etme haklarından feragat etmemeleri halinde barışı muhafaza etmek imkansızdır. Bu nedenle, özgür düşünce ve karar verme olmasa da bireyler, haklı olarak, serbest hareket etme haklarını devrederler. Hisleri ve kararları arasında çelişkiler olsa da kin, öfke ve sahtekarlık yerine rasyonel bir düşünce ile olması ve kendi özel otoritesi üzerinde her hangi bir değişikliğe teşebbüs etmemesi şartıyla onlara karşı söz de söyleyebilir.

Örneğin, bir kişinin bir kanunun akla aykırı olduğunu ve böylece yürürlükten kaldırılması gerektiğini gösterdiğini varsayalım. Eğer bu görüşünü yetkililerin (tek başlarına kanunları yapma ve değiştirme hakkına sahiptirler) takdirine sunarsa ve bu arada hiçbir suretle kanuna karşı gelecek şekilde davranmazsa devletin lütfuna layık olur ve iyi bir vatandaşın yapması gereken şekilde davranmış olur; ancak, eğer yetkilileri adaletsizlikle suçlarsa ve halkı devlete karşı kışkırtırsa, ya da onların rızası olmaksızın kanunu ilga etmek için halkı ayaklandıracak bir şekilde faaliyete girişirse yalnızca bir kışkırtıcı ve isyancı olur.

Böylece, kendi ellerindeki bütün yasama gücünden vazgeçerek ve aşikar bir biçimde en iyisini tasavvur ettikleri halde inandıkları şeylere ters davranmaya zorlansalar bile hiçbir şekilde kanunlara karşı gelmeyerek, toplumsal barışa ve  idarecilerin otoritesine zarar vermeksizin, bir bireyin inandığı şeyleri nasıl öğreteceğini ve ifade edeceğini tecrübe ile öğreniyoruz.

Kaynak: C.Can Aktan ve İ.Yaşar Vural (Derleyen ve Çeviren) , Özgürlük Yazıları, Çizgi Kitabevi, 2003. (Metnin tercümesi Aktan ve Vural tarafından yapılmıştır. İzinsiz kullanılamaz.)

Michael Curtis (Ed.), The Great Political Theories- From Plato and Aristotle to Locke and Montesquieu-, New York: Avon Books. S.320-321.