Hiçbir
insan aklının bütünüyle başkalarının iradesine girmesi mümkün değildir; hiçbir
kişi kendi rızasıyla özgür bir şekilde karar verme doğal hakkını başkasına
devredemez ya da böyle bir şey yapmaya zorlanamaz. Bu nedenle, aklı kontrol altına
almaya çabalayan devlet zalim olarak kabul edilir. Neyin doğru olarak kabul
edileceğini, neyin yanlış olarak reddedileceğini ve ibadetlerinde hangi fikirlerin
insanları harekete geçireceğini belirlemeye çalışmak egemenliğin kötüye
kullanılması ve yönetilenlerin haklarının gasbedilmesi anlamına gelir. Bu konuların
tümü, insanların kendi rızaları ile bile feragat edemeyecekleri doğal hakları
arasında yer alır.
Bir egemen
güce dinin ve hukukun bir temsilcisi olarak güvenilse bile, insanları kendi
akıllarına göre ya da her hangi bir düşünceden etkilenerek karar vermekten asla uzak
tutamaz. Böyle bir egemen gücün, görüşleri bütün konularda kendi görüşleriyle
uyuşmayan kişilere düşman olarak muamele etmek hakkına sahip olduğu doğrudur;
ancak, biz burada onun mutlak haklarını tartışmıyoruz, eylem tarzının doğruluğunu
tartışıyoruz. En şiddetli bir şekilde yönetme hakkına ve her önemsiz eylemlerinde
bile vatandaşlarını idam etme hakkına sahip olduğunu kabul ediyorum; ancak, hiç
kimse bunları doğru bir yargılama ile yaptığını savunamaz. Bu tip şeyler,
kendisini aşırı bir tehlikeye maruz bırakmaksızın yapılamayacağından bunları
yapmak için mutlak bir güce ve dolayısıyla mutlak bir hakka sahip olduğunu bile
reddedebiliriz: hükümdarın hakkı gücü ile sınırlıdır.
Bu nedenle,
hiçbir kişi karar verme ve düşünce özgürlüğünden feragat etmeyeceğinden, herkes
vazgeçilmez doğal haklara sahip olduğundan aykırı ve muhalif bir tarzda düşünen
insanlar, felakete yol açan sonuçlar ortaya çıkmadığı sürece, yalnızca üstün
gücün diktasına göre fikir belirtmeye zorlanamazlar. En fazla tecrübe sahibi olanlar
bile nasıl sessiz bırakılacağını bilemez. İnsanların müşterek zaafı, devletin
insanlara ne düşüneceklerini söylemek ve öğretmek yoluyla özgürlükten mahrum
bırakacak bir sertlikte bulunmasın diye ya da bu özgürlükleri vererek daha ılımlı
olabilsin diye gerekli olan sırlarını ve planlarını başkalarına söylemeleridir.
Devletin
asıl amacı, korkutarak kural koymak, kısıtlamalar getirmek ve mutlak itaati sağlamak
değildir; bunun tam tersine, mümkün olan en emniyetli şekilde yaşasınlar diye
insanları bütün korkulardan beri tutmak, başka bir deyişle, kendisine ya da
başkalarına her hangi bir zarar vermeksizin çalışma ve varlığını idame ettirme
doğal hakkını güçlendirmektir.
Devletin
görevi, insanı rasyonel bir yaratık olmaktan bir kuklaya ya da hayvanca davranan birine
dönüştürmek değildir; bunun aksine, emniyet içinde aklını ve fiziksel
varlığını geliştirmesine ve aklını zincirlerini kırmada kullanmasına olanak
sağlamaktır, insanlara ne kini, öfkeyi ve hileyi ne de hasedi ve adaletsizliği
göstermek değildir. Aslında, devletin gerçek amacı özgürlüktür.
İnsanların
özgür yargıları çok farklı olduğundan herkes yalnızca kendisinin her şeyi
bildiğini düşünür ve her ne kadar düşünce ve ifadenin tam bir ittifak göstermesi
mümkün değilse de bireylerin bütünüyle kendi kararlarına göre hareket etme
haklarından feragat etmemeleri halinde barışı muhafaza etmek imkansızdır. Bu
nedenle, özgür düşünce ve karar verme olmasa da bireyler, haklı olarak, serbest
hareket etme haklarını devrederler. Hisleri ve kararları arasında çelişkiler olsa da
kin, öfke ve sahtekarlık yerine rasyonel bir düşünce ile olması ve kendi özel
otoritesi üzerinde her hangi bir değişikliğe teşebbüs etmemesi şartıyla onlara
karşı söz de söyleyebilir.
Örneğin,
bir kişinin bir kanunun akla aykırı olduğunu ve böylece yürürlükten
kaldırılması gerektiğini gösterdiğini varsayalım. Eğer bu görüşünü
yetkililerin (tek başlarına kanunları yapma ve değiştirme hakkına sahiptirler)
takdirine sunarsa ve bu arada hiçbir suretle kanuna karşı gelecek şekilde davranmazsa
devletin lütfuna layık olur ve iyi bir vatandaşın yapması gereken şekilde
davranmış olur; ancak, eğer yetkilileri adaletsizlikle suçlarsa ve halkı devlete
karşı kışkırtırsa, ya da onların rızası olmaksızın kanunu ilga etmek için
halkı ayaklandıracak bir şekilde faaliyete girişirse yalnızca bir kışkırtıcı ve
isyancı olur.
Böylece,
kendi ellerindeki bütün yasama gücünden vazgeçerek ve aşikar bir biçimde en iyisini
tasavvur ettikleri halde inandıkları şeylere ters davranmaya zorlansalar bile hiçbir
şekilde kanunlara karşı gelmeyerek, toplumsal barışa ve idarecilerin otoritesine zarar vermeksizin, bir
bireyin inandığı şeyleri nasıl öğreteceğini ve ifade edeceğini tecrübe ile
öğreniyoruz.
Kaynak: C.Can Aktan
ve İ.Yaşar Vural (Derleyen ve Çeviren) , Özgürlük Yazıları, Çizgi
Kitabevi, 2003. (Metnin tercümesi Aktan ve Vural tarafından
yapılmıştır. İzinsiz kullanılamaz.)
Michael
Curtis (Ed.), The Great Political Theories- From
Plato and Aristotle to Locke and Montesquieu-, New York: Avon Books. S.320-321.