SİTTİNSENE PROFESÖRLÜK...

 

Prof.Dr.Coşkun Can Aktan

 

 

“... Tarihin yüce sahnesinde yer alıp, geçmişin görkeminden esinlenmiş olarak insanlara bir öğretiyi aktaran ve aktardıkları gibi davranabilen bir eğitmen misiniz? Eğer böyleyseniz, bilin ki, bunalmış insanlığın sağlığını düzelten ve yarasına merhem olansınız...

Ya  da başını kalabalıkların üstünde tutarken aklı geçmiş, çağların yararsız süprüntüleri ve paçavralarıyla dolu, geçmişin derin dehlizlerinde çakılıp kalmış bir yazar mısınız? Eğer böyleyseniz, bilin ki, suyun berraklığı kaçmış bir havuz gibisiniz.”

Kahlil Gibran[i]

 

 

“ ...Profesörlerimizi o kadar mühimserdik ki, acaba, hocalarımız da herkes gibi yüz numaraya falan giderler mi? diye düşünebilirdik. Profesörlük bizim içi o kadar erişilmesi güç bir makamdı.”Ergun Göze [ii]

1980 yılında üniversite öğrencisi olduğum yıllarda doğrusu ben de gazeteci Ergun Göze’nin Hukuk Fakültesi öğrencisi olduğu 1958’yılındaki duygulara sahiptim... Bir kamu kuruluşunda devlet memuru olduğum için okula devam edemeyerek mezun olduğumdan profesörleri yakından tanıma fırsatım olamamıştı. Okuldan mezun olup, ardından kısa bir süre sonra o yıllarda bilemediğim kayırma-kollama düzeni içerisinde belki de şans eseri[iii] üniversitede araştırma görevlisi olarak göreve başladım. O yıllarda benim için “bilim adamı”, “profesör” , “doçent” kavramları tarif edilemez değer taşıyordu...

Aradan yıllar geçti..  Bilim insanı olmak yolunda yıllarca çalıştım... Mesleğime, ünvanıma layık bir insan olmaya gayret ettim ve ediyorum... İçimdeki idealizmi yitirmemek için çabaladım... Bilgi, liyakat ve erdem gibi kavramlara olan saygımı daima muhafaza ettim...  Mesleğine, ünvanına yakışan bilim insanları ile çalışma fırsatımın olmasını çok arzuladım... Öğrencilerine örnek olacak, yol gösterecek, destek olacak, öncü olacak bilgili, liyakatli ve erdemli insanların çalıştığı bir üniversitede olmayı çok istedim.. Rehavetin, ataletin, tembelliğin kol gezdiği mekanlarda şevkimi, heyecanımı, çalışma ahlakımı yitirmemek için uğraştım... 

Genç meslektaşlarımı her gördüğümde “bulunduğun akademik ortamda mutsuz olabilirsin ama umutsuz olma!...” diye kendi kendimi teselli ettim... Onlara örnek olmak için mücadele etmek gereğine inandım.. Onurlu bir şekilde sahip olduğum ünvanı sürdürmek ve zamanı geldiğinde yine onurlu bir şekilde ayrılmak gereğine inandım...

Sittinsene Profesörlük Olmaz!...

Bugün üniversitelerimizde herkesin bildiği ama çıkarına uygun olduğu geldiği için değişmesini istemediği bir sittinsene profesörlük sistemi devam ediyor yıllardır...

Üniversitelerimizden profesör olarak emekli olmuş, ya da halen bu ünvanı taşıyan onlarca ya da yüzlerce profesörün doğum yerleri genellikle kendi üniversitelerdir. Orada doğmuşlar, orada büyümüşler ve orada sona doğru ilerlemektedirler...

Etkin bir performans değerlendirmesinin yapılmadığı ve sürekli iş garantisi veren bir pozisyona (tenure) sahip olan profesörler için şu sonuçlar kaçınılmaz olmaktadır:

bullet Rehavet ve atalet,
bullet Bilime olan sevginin, şevkin ve heyecanın yok olması,
bullet Uzun yıllar öncesinde yazılmış ders notlarının ve kitapların öğrencilere okutulması,
bullet Zamanla bilgi eksikliği dolayısıyla mükemmeliyetten uzaklaşma; örneğin, kendisi okumayan ve gelişmeleri yakından izlemeyen bir profesörün doktora danışmanlığını yaptığı bir öğrenciden daha fazlasını talep edememesi vs.
bullet Bulunduğu bölüm ya da anabilim dalında statükoya sarılma; dışarıdan atanması düşünülen başarılı akademisyenlere engel olma,
bullet Aynı bölümde çok uzun yıllar bölüm başkanı olarak görev yapan öğretim üyelerinin makam ve mevkilerini suiistimal etmeleri, güç ve yetkilerini kötüye kullanmaları.

Bu yazdıklarım gerçeğin ta kendisidir... Bu yazdıklarımdan hoşlanmayacak olan hocalarımız unutmasınlar ki, ben daima kişileri değil sistemi eleştiren ; oyunculardan ziyade oyunun kurallarını eleştiren bir insan oldum... Daima kurallar ve kurumları değiştirmemiz halinde iyileşmeler olabileceğine inandım ve inanıyorum..

Eğer bundan 15 –20 yıl sonra ben de rehavet ve atalet içine düşersem, -ki bu sistemde kuvvetli bir olasılıktır- bunun suçlusu ben mi olacağım acaba? Elbette sorumluluk ahlakı yüksek, bilgi, liyakat ve erdem gibi değerleri önemseyen kişiler rehavet ve ataletten uzaklaşmanın yollarını ararlar ve bulurlar... Fakat burada suçlu kim? Ayıplanması , kınaması gereken kim ya da ne?

Ben diyorum ki, sistemi düzeltelim...

Ben diyorum ki, gelin bu sittinsene profesörlük sistemine son verelim...

“Hadi değiştirelim demek..”le bitmiyor... Çözüm önerilerini bulmak da bizim görevimiz... Bu uğurda mücadele etmek de bizim görevimiz.

Somut önerilerimi burada yazarak bu yazımı tamamlamak istiyorum.

1.Tüm öğretim elemanlarının işe alınmaları, akademik unvan elde etmeleri ve kadrolara atanmaları Akademik Performans Değerlendirme Sistemi (APDS) çerçevesinde yapılmalı.[iv] Bu sistemin özü şudur: Üniversitelerde profesörlük, doçentlik, yardımcı doçentliğe yükseltilmede, akademik objektif (nesnel) performans kriterleri oluşturulmalı ve bu kriterler dikkate alınarak akademik ünvanlar kazanılmalıdır. Bu sistem mutlaka, ama mutlaka üniversitelerin kendi senatolarına ya da yönetim kurullarına bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Akademik performans kriterlerinde mutlaka standardizasyon gereklidir.

2.Tüm öğretim elemanları görev yaptıkları ya da atamalarının yapıldığı üniversitede en fazla belirli yıl görevde kalabilmelidir.[v] Bu sürenin sonunda öğretim elemanları akademik performans değerlendirme sistemi esasları dahilinde başka bir üniversitede ilan edilecek öğretim elemanı kadrosuna başvurmalıdır. Akademik Performans Değerlendirme Sistemi (APDS) kriterleri çerçevesinde en yüksek puan alan kişi kadroya atanmalıdır.

Sittinsene profesörlüğü, sittinsene doçentliği, sittinsene yardımcı doçentliği ve dahası sittinsene araştırma görevliliği sistemini ortadan kaldırmanın yolu budur. Bu sistemin sağlayacağı yararları da yazalım:

bullet Öğretim elemanları rehavet ve atalet içerisinde 20, 30 hatta 40 yıl çalıştıkları üniversiteden başka üniversitelere geçince yeni bir dinamizm ve heyecan kazanabilirler. Tebdili mekanda ferahlık vardır...
bullet İdeal bir üniversitede olmazsa olmaz ilkelerden birisi “rekabet” ve “mobilite”dir. Bu sistem her ikisine de olanak sağlar. Başarılı öğretim elemanları daha fazla çalışarak başka üniversitelere geçiş yapabilirler. Örneğin, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nde görevli bir akademisyen Dokuz Eylül Üniversitesi’nde açılan profesör kadrosuna başvurabilir ve eğer APDS kriterleri çerçevesinde en yüksek puana sahipse kadroya o atanır.
bullet Bu sistemde adil ve eşit yarışma koşulları sözkonusudur. Dileyen herkes arzu ettiği üniversitede boşalan kadroya başvurabilir.
bullet Bu sistemde yerine getirilmesi gereken koşullar APDS kriterleridir.  Sistemde öngörülebilirlik sözkonusudur. Daha çok çalışan daha iyi üniversitelerde görev yapma imkanına sahiptir.

 

horizontal rule

[i] Halil Cibran, Sözler, İstanbul: Anahtar Kitapları, 2. b. 1998. s.40-41.

[ii]  Ergun Göze, Üniversite Niçin Çöktü? Profesörler Geçiyor, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1990. s.Vıı.

[iii] Ben Louis Pasteur’un şu sözüne inanan bir insanım: “Şans yalnızca hazır olan zihinlere güler.” Doğrusu, bu söz fırsat eşitliğinden yana bir sorunu olmayan varlıklı ailelerin çocukları için geçerli ve anlamlı olmayabilir. Kayırma-kollama ile bir yerlere gelen insanlar için de bir şey ifade etmeyebilir. Fakat, benim gibi emeğinin hakkı ve mücadele ile bir şeyleri başaran insanlar için bu söz çok anlam taşır.

[iv] (Geliştirdiğimiz bu sistemin detayları için bkz: C.Can Aktan, “Akademik Performans Değerlendirme Sistemi (APDS)”)

[v] Bana göre bu konuda ideal süre 6-7 yıl olmalıdır. Bu sürenin hiçbir şekilde 10 yılı geçmemesi gerekir. Hiç şüphesiz bu kural kamu üniversiteleri için geçerlidir. Özel üniversiteler bu konuda kendi mütevelli heyetleri ya da yönetim kurulları ile karar verirler.