Yeni Türkiye Yayınları tarafından yayınlanan Özlenen Üniversite, Yaşanan Üniversite kitabının yazarı hakkında yayınevinin kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hasan Celal Güzel (Eski Milli Eğitim Bakanı) şunları not ediyor...

"Prof. Dr. Coşkun Can Aktan, ülkemizin yetiştirdiği en geniş ufuklu ve velut fikir adamlarından biridir. Bugüne değin bir başına adeta 'think tank' gibi çalışarak Türkiye'nin temel meselelerini irdeleyen, akılcı ve uygulanabilir çözümler öneren etkili araştırmalar yayınlamıştır."

"Prof. Aktan, bu kitabında, ideal bir üniversitenin “olmazsa olmaz”ları olan akademik özgürlük, akademik özerklik, akademik etik, akademik liyakat, akademik hareketlilik gibi temel ilkelerden yola çıkarak Türk yüksek öğretiminin yüz yüze bulunduğu sorunları ve çıkmazları ortaya koyuyor. Üniversite dünyasında herkesin bildiği, gördüğü ama kimilerinin bilmezlikten ve görmezlikten geldiği; kimilerinin ise statükosunun tiranlığına yenik düşerek ses çıkaramadığı ya da sesini duyurmadığı konuları, her zamanki keskin, fakat samimî ve ikna edici üslubuyla ele alıyor ve radikal çözümler öneriyor. Türkiye’nin gündeminde bulunan üniversite sorununu, genç ve değerli bir akademisyenin kaleminden okuyacaksınız."

YENİ TÜRKİYE YAYINLARI

Bu web sayfasında Can Aktan tarafından yazılan Özlenen Üniversite/Yaşanan Üniversite adlı kitabın tamamı sunulmaktadır.

Kitabın içeriğine ulaşmak için yukarıdaki kitap kapağını TIKLAYINIZ.

 

BİR ÜNİVERSİTE HİKAYESİ...

Bir üniversite düşünün... Üzerinde unvan  olan ama bilgi olmayan, etiket olan ama bilgelikten yoksun öğretim üyeleri çalışıyor…

Bir üniversite düşünün... Bilim için değil, araştırma yapmak için değil, ünvan kazanmak peşinde olan (doçent, profesör ünvanını almak dışında bir ideali olmayan...)  öğretim üyeleri görev yapıyor…

Bir üniversite düşünün... Ünvan aldıktan sonra emeklilik yaşına kadar (67 yaşına kadar!...) yan gelip yatan öğretim üyeleri görev yapıyor… Doçentlik ünvanını aldıktan sonra neredeyse 20 yıl hiçbir şey üretmeyen hocaları düşünün!…

Daha fazla ek ders ücreti alalım diye uyduruk seçmeli dersler türeten bir topluluk düşünün… Amaç,  tek amaç.. daha fazla para...

Öğrenciye yararı düşünen yok!... Bir dersin sadece konusu olabilecek bir başlık SEÇMELİ DERS olmuş!… Amaç, öğrenci sayısını ikiye ve hatta üçe bölmek  ve çok sayıda ders açmak... her farklı ders demek, ilave ek ders ücreti demek!...Böyle bir üniversite düşünün!

Ders programları yaz-boz tahtası!... Bölüm başkanlarının, anabilim dalı başkanlarının, öğretim üyelerinin bir masada oturarak her yıl ders programlarında değişiklik yapmaları!... Montaigne'nin dediği gibi bir durum: "Her kafadan çıkan o karmakarışık sesler, bizi dört bir yana sürükleyen o aba sözler, fikirler arasında doğru yolu bulmak olacak iş değildir."    Öğrenci yararını gözetmek yok!... Herkes kendi menfaatine uygun bir değişiklik öneriyor... Herkes kendi teklifi kabul edilirse diğerine ses çıkarmıyor... Alın size yeni ders programı...

Her yıl hiç bitmeyen bir senfoni: ders programlarında reform!... Bunun adı asla reform değil deform!... Tahribat!... Deformasyon!...

Çok anlamlı ve çok gerekli bir zorunlu dersi bir anda kaldırıp bunun yerine üç ayrı seçimlik ders koyabiliyorlar!... Amaç, ders yükünü arttırmak ve ek ders ücreti almak...  Böyle bir üniversite düşünün!

Bir başka bölümden "servis dersi" olarak alınan çok önemli bir ders bir bakıyorsunuz programdan kaldırılmış ve bunun yerine bölüm içinden bir öğretim üyesinin verebileceği ders konulmuş!... Amaç, mümkün olduğunca dersin bölüm içinden bir hocanın vermesini sağlamak!... Ders, bölüm dışından verilirse o zaman ek ders ücreti imkanı olmuyor!..  Ahlaksızlığa bakar mısınız?  Bir bölümün bu şekilde bir adım atması, misillemeleri beraberinde getiriyor... Başka bölüm yönetimleri de aynısını yapıyor... Sonuçta, öğrenciye ideal bir ders programı ortadan kalkmış oluyor...

Adına "akademik rant kollama" diyebileceğimiz bir çark işliyor... Asli görevi ders vermek olan öğretim üyelerine 10 saatin üzerinde ders verirlerse ek ders ücret alma imkanı sunulmuş!...  Onlar da bu fırsatın altını-üstüne çevirmişler!... Akla, ahlaka, vicdana sığmayacak şekil ve yöntemlerle işleyen bir yasal soygun...

Rahatsız olan yok!... İtiraz eden yok!... "Ya bu aldığımız para, helal bir para değil!..." diyen yok!...

***

Ticaret zihniyeti her tarafta!... Yaz okulu açmak bunun bir başka örneği!... Artıları ve eksileri tartışılabilir elbette... Bütünüyle karşı çıkmak, olumsuz değer yargıları ile konuyu açıklamak doğru olmaz... Ama bizde bu iş de ticarete dönmüş!...   Ciddiyetle eğitim yapılıyor mu?  Normal eğitim dönemi içerisinde eğitim ciddiyetten uzak yapılırken yaz döneminde bu eğitim ne kadar doğru yapılıyor!... 30-35 derece yaz sıcaklıklarının yaşandığı aylarda tatilden arta kalan zamanda sürdürülen bir eğitim!...  Gayri-ciddi buluyorum... Doğru bulmuyorum...

Son sınıfa gelmiş öğrencilerimizin neredeyse yüzde 70'i dershanelere giderek kamu personeli seçme sınavlarına hazırlanıyorlar!...  Üniversitede profesörlerden öğrenemediklerini hızlandırılmış kurslarla öğrenerek açığı kapatmak için mücadele ediyorlar!... Üniversitede verilen dersler yetersiz ve o dersler için dershanelere gidiliyor!... Üniversitelerde ciddi bir dil eğitimi yok!... Yabancı dilin önemini geç de olsa kavramış öğrencilerimizin bir kısmı dil kurslarına gidiyorlar!... Üniversitede verilen yabancı dil dersleri hiç bir işe yaramıyor!.. Öğrencilerimiz bir dil bile öğrenemeden mezun oluyorlar... Böyle bir üniversite olur mu? Kabul edilebilir mi?

Dershane deyince!... Bir dershanede kamu üniversitelerinde görev yapan Prof./ Doç. / Yard..Doç. ünvanlı hocalar ders veriyor!... Bırakınız yasaların buna izin vermediğini!... Ayıp değil mi! Bir profesöre /doçente üç-beş kuruş para almak için bir özel dershanede ders vermek yakışır mı!... Asgari ücretin 5-6 kat daha fazlasını maaş alan bir öğretim üyesine bu yakışır mı!

Örgün öğretimde kalite sorunlarını çözmemiş bir eğitim kurumu!... Ama uzaktan eğitim için hazır!... Uzaktan eğitim programları açmak moda!.... Yeni bir program demek, yeni dersler demek.. yeni dersler de ek ders ücreti demek... Bilgi ve iletişim çağında uzaktan eğitime karşı çıkılır mı? Ama sen önce örgün öğretimdeki kalitesizliğini ortadan kaldır!.. Bunun için çabala!... Ondan sonra uzaktan eğitimi düşün!... Böyle yapılmıyor... Uzaktan eğitim adı üstünde uzaktan yapılan eğitim!... Sonuçta doğru dürüst ders bile yapmadan ders verilecek ve ek ders ücreti alınacak!... Neden karşı çıkalım ki!...

Lisans eğitiminde olduğu gibi lisans-üstü eğitim programlarında da bu ticarethane mantığı tüm hızıyla devam ediyor... Örneğin, doğru dürüst bir yüksek lisans eğitimini sürdüremeyen bir bölüm bir bakıyorsunuz tezsiz yüksek lisans programı açılması için onay almış!... Öğrencinin derse devamı önemli değil, programa para verip kayıt olması önemli!... Para, para, para!...

İkinci öğretim, uzaktan öğretim, yaz okulu öğretimi... İyi planlandığı, iyi organize edildiği, iyi yönetildiği ve etkin denetime tabi olduğu sürece bu çeşitliliğe karşı olmak, engelleyici olmak düşünülemez, kabul edilemez...Ama bizde her üç eğitim de ciddi biçimde tahrip edilmiş durumda... Belki tüm üniversitelerde değil ama pek çok üniversitede bu böyle...

İkinci öğretime bakınız!... Zavallı genç evlatlarımıza sözümona eğitim fırsatı sunuyoruz... Akşam saat 19.30 larda başlayan ve güya saat 22.00 lere kadar sürmesi gereken ders!... Hoca yorgun, öğrenci yorgun!... Hoca isteksiz, öğrenci isteksiz!... Ara vermeden "blok ders" yapmak zaruri bir icad olmuş!...  Sonuçta 3 saat kredisi olan bir ders 1.5 saatte bitiriliyor!... Halbuki, ikinci öğretim derslerini daha erken saatlerde başlatmak pekala çözüm olabilir... Dahası dersler üç saat krediden iki saate indirilebilir... 3 saat ders ücreti alabilecekken bunu 2 saat krediye indirmek hangi yönetim kurulunun gündemine gelebilir!... Hangi hocalar bunu desteklerler!...

İkinci öğretimde yıllardır gördüğümüz bir başka ahlaksızlığı da burada not edelim... İkinci öğretim derslerini kendi üzerine alıp, aynı dersin örgün öğretim bölümünü ise alt kıdemdekilere (yrd.doç) ve sesi çıkmayacak doçentlere veren bir yönetim düşünün… İkinci öğretimdeki derslere ödenen ücret daha faza olduğu için kendi üzerine sadece bu dersleri alan profesörleri düşünün!.. Yine amaç daha fazla ek ders ücreti!... Ahlaksızlığı  ve adaletsizliği düşünün!... Gücünü, makamını, pozisyonunu istismar eden bir ahlaksız profesör kendi üzerine ikinci öğretim derslerini alıyor, örgün öğretim derslerini ise ses çıkaramayacak pozisyonda olan öğretim üyelerine veriyor!...

Gördüğümüz, gözlemlediğimiz bir başka ahlaksızlığı yine not düşelim: Bir doktora programına üç öğrenci başvuruyor.. Hiç birisi bilgi ve liyakat sahibi değil!... Ya da bir- ikisi değil!...  Hiç önemli değil!... Hepsini geçirelim ki doktora ders programı açılsın!...  Açılmasa ne olur!  Ders olmaz!... Dolayısıyla ek ders ücreti olmaz!..  Böyle bir üniversite düşünün!…

Üç ya da dört öğrenci doktora programına kabul ediliyor… Program açılıyor… Liyakati sorgulamayı bir tarafa bıraktık!... Şimdi başka tüccarlık ortaya çıkıyor… dört öğrenciye ayrı ayrı ders seçmeleri tavsiye ediliyor… Dört öğrencinin bir arada bulunacağı tek bir ders daha verimli olacakken her öğrenciye ayrı bir ders açılıyor. Dört öğrenci , dört ayrı ders ve dört ayrı öğretim üyesi… Hukuken, yasal olarak problem yok!... Ama ETİK sorun büyük!... İşin gerisinde şu yatıyor… EK DERS.. PARA…

Yüzlerce sorgulanması gereken etik sorunlar içinde yaşayan bir üniversite düşünün…

Makam için, makamda daha fazla oturabilmek için onur ve haysiyetten uzak davranışlar sergileyen hocalar düşünün!... Bölüm başkanı, anabilim dalı başkanı makamları için yapılan mücadeleler, kavgalar, yaşananlar!.. Taraf-tutmalar, grup oluşturmalar, kulisler vs vs... Ne için!... Makam için!... 

Mevlana'nın Mesnevi'de anlattığı teşbih biraz ağır gelebilir ama güzel bir hikaye: bir sidik birikintisi üzerinde yüzen saman çöpüne konan bir at sineği kendini  büyük bir kaptan görüyormuş!..... Okyanusta adeta büyük bir gemi yüzdürdüğünü sanıyor ve bununla gururlanıyor, böbürleniyormuş!... O sidik birikintisi üzerinde olmaktan büyük bir keyif alıyormuş!...

Mevlana gibi bir alim insan bu hikayeyi anlatmışsa benim de burada bu teşbihte bulunmamı hoşgörü ile karşılayınız!...

Özetle, bugün üniversitelerde bilgi, liyakat ve erdemden yoksun onlarca insan makam-mevkii sahibi!... Ama maalesef böyle.... Bilgi yok... Liyakat yok... Erdem yok...

Söylenecek çok söz var!... Yazılacak çok şey var!...

***

Bir üniversite düşünün!... Yazan hocalar değil, eline kalem alan hocalar değil… asistanlarına kitap ve makale yazdıran hocalar düşünün!…

Asistanına ya da yardımcı doçente yazdırdığı kitaba  “ortak yazar” diye adını yazdırmaktan utanmayan bir profesörü bir tarafa bırakın!...  Bu kitaptan asıl yazarına bir kuruş telif ücreti ödemeyen o ahlaksız profesörü düşünün... Yazdığı (ya da yazdırdığı!...) kitabı başka üniversitelerde pazarlayan "pazarlamacı profesörleri" düşünün!...

İngilizcesi yeterli olmayan ( dahası bir basit İngilizce cümle yazamayacak olan!) bir profesörün kendisi ile doktora yapan bir araştırma görevlisine İngilizce makale yazdırdığını ve bunu utanmadan  yayınladığını düşünün!... Böyle örnekler var mı!... Var ve yaşanıyor üniversitelerimizde!...

Daha üniversiteden yeni mezun olmuş bir yüksek lisans öğrencisine verdiği seminer çalışmasını daha sonra ortak isimle yayınlayan hocaları düşünün!... Hukuken bir engel, mani var mı? Yok! Ama ne olursa olsun çıkar çatışması dolayısıyla asla tasvip edilemeyecek bir etik olmayan davranış... Bir öğretim üyesi danışmanı olduğu bir yüksek lisans öğrencisinin tezinden bir bölümü daha sonra ortak makale olarak yayınlayabiliyor!...  Utanmazlık bu boyutlarda!...

***

Yüksek lisans ve doktorada öğrencinin en verimli yıllarını heba eden bir kurum kültürü düşünün…  Yeter ki, asistan hocasına saygı ve itaatini esirgemesin!... Bunu yapsın yeter!...  Ciddi bilimsel araştırmayı arayan, çabalayan yok! Sorgulayan yok!  Hoca memnun, öğrenci memnun!... Al gülüm, ver gülüm!... 

Asistan (araştırma görevlisi) yaşamının en verimli yıllarını bir tek hoca ile geçirmeye mahkum!... Onun emrinde, onun himayesinde...  Öğrencinin geleceği, hayatı her şey danışmanın elinde!...  Böyle bir üniversite düşünün!...

Yüksek lisans ve doktorada danışman  kimi isterse o öğretim üyeleri jüri olarak atanıyor ve film devam ediyor... Enstitü'nün oluşturacağı bir uzman bilim adamı havuzundan jüri teşkiline gerek bile duyulmuyor!  Düşünebiliyor musunuz!... Bir yüksek lisans ve doktora öğrencisinin yeterlik ve tez danışman jürilerini danışman belirliyor!... Bir çok üniversitede geliştirilmiş bir form var ve forma danışman hoca kimi yazıyorsa o kişiler jüri üyesi atanıyor!...  Böyle bir üniversitede iyi bir kurum kültürü var olabilir mi? Hocayı poh-pohlama, yalakalık, dalkavukluk, hizmetkarlık, itaatkarlık vs...  Eli mahkum!... Danışman hocasına itaat ettiği sürece problem yok!... Tez hikaye!... Tezi okuyan kim ki zaten!...

Tezgah bir tez jürisine kim değer verir ki? Kim saygı duyar ki? Ismarlanma davet edilmiş öğretim üyeleri büyük bir iş yapıyormuş gibi tez savunma odasına böbürlenerek girerler!... Çay-kahve servisleri... Tatlı-tuzlu pastalar... Sıra geldiğinde sorulan sıradan sorular!... Sonra başarılı bulunan  yüksek lisans ve doktora öğrencisi ile cübbe giyilerek çekilen fotoğraf!..Aman Allahım!... Ne iğrenç bir seremoni!... Dahası var!... Başarılı bulunan öğrenci hocalarını yemeğe davet ederse fena olmaz!... Bütün bunlar abartı değil!.. Yaşandı.. Yaşanıyor...

Bilgi nerede!... Bilgiye değere veren insanlar nerede!.... Liyakate ünvan veren anlayış ya da zihniyet nerede!...

***

Mesleğinin henüz başında olan genç araştırma görevlileri  "anabilim dalı klanlıkları" arasında paylaşılmış!.... Anabilim dalı hanedanlığı ya da sultanlığı!... Adına ne derseniz deyin.. Bir adi ve ahlaksız sistem devam ediyor!... Hoşnutlar kültürünün klan başkanı ve üyeleri kendilerine bir asistan tahsis edildiği sürece hayatlarından memnunlar... Asistan, klan başkanına hizmet etsin!... Derslerine girsin!... Sınavlarını yapsın!..vs...   Bilim hikaye!.... Tez hikaye!...  Jüri üyeleri de klan başkanı ve üyelerinin isteğine göre oluşturulduğuna göre itaat elzem!... Yüksek lisans ve doktora için bir de tez jüri formu geliştirmişler!... Danışman jüri üyelerini oraya yazıyor, enstitü de noter gibi onaylıyor!... Yazık!...

***

İtaat...Sadakat...Hıyanet!...  Neyin ne olduğu (!) zaman içinde daha iyi ortaya çıkıyor...  Başlangıçta sadakat, itaat, minnet olarak görülen, köprüden geçtikten sonra ya da başka bir ifadeyle  menfaate bağlılık ve korku ortadan kalktığı zaman gerçek yüzünü gösteriyor.... İleride doçent ya da profesör ünvanını alacak olan kişiler böyle bir kurum kültürü içerisinde yetiştiriliyor!...

***

Bir asistan (araştırma görevlisi) bölümde göreve başlıyor… kadroları kendi üniversitesinde hazır… Orada yardımcı doçent olacak, orada doçent olacak ve orada profesör olacak... 67 yaşına kadar orada!... Aynı kurumda!...  Düşünebiliyor musunuz? 

Sittinsene aynı üniversitede öğretim üyesi olarak görev yapılır mı? Sittinsene profesörlük olur mu?

"Tebdili mekanda ferahlık vardır..." sözünün anlamını ve değerini anlamak gerekir... Aynı kurumda işe başlamak, kariyer basamaklarını geçmek ve sonra da sittinsene profesörlük ile aynı üniversiteden mesleğe veda etmek ne anlama gelir biliyor musunuz?  Kavgalar, çatışmalar, küskünlükler... Menfaat için gruplaşma, hiziplik, taraf tutma, ahlaksız koalisyonlar oluşturma... Dahası bıkkınlık, bezginlik, iş tatminsizliği vs. vs...  İşte üniversitelerde bunlar yaşanıyor...

Benzetme  ne kadar doğru karşılanır bilinmez ama  bir soru  soralım bakalım: Bir kaymakam, vali, hakim ya da savcı, bir emniyet müdürü aynı ilde, aynı ilçede, aynı kurumda 20-30 yıl hatta 40 yıl çalışsa ne olur? Ne olur!... Yozlaşma olur...  Çatışma olur... Kavga olur... Küskünlükler olur... Taraf tutmalar olur...  Aynı kurumda uzun süreli çalışmak çok ama çok sayıda sorunun ortaya çıkmasına ve büyümesine neden olur...  İşte çoğu üniversitelerde bugün yaşanan da budur!...

***

Bir başka savaş.. Psikolojik savaş.. Psikolojik terör...

Mobbing/bullying adı verilen psikolojik terör/ psikolojik şiddet olaylarının üniversitelerde ne kadar yaygın olduğunu bilimsel çalışmalar ortaya koyuyor!... Davalar, duruşmalar!...  Psikolojik terörün üniversitelerde bu denli yaygın olmasının ana sebeplerinden birisi yukarıda belirttiğimiz üzere aynı organizasyonda ömür boyu rahatlık ve rehavet içinde bulunmaktan kaynaklanmaktadır...  

Mesleğine layık, başarılı, yetenekli, potansiyeli olan genç bilim insanları bu yanlış sistem içinde maalesef israf edilmektedir... Kıskançlık, çekememezlik, engelleme, köstek olma.... Tüm bunlar üniversitelerde yaşanmaktadır. Hatta bu olaylar diğer organizasyonlardan çok daha fazla yaygındır üniversitelerde...

***

Emekli oluncaya değin aynı kurumda çalışmak!... Ya da ölünceye değin!...

Akademik hareketlilik (akademik mobilite) kavramının ideal bir üniversite için ne derece önemli olduğunu anlayan ve tartışan yok!...

Akademik rekabet diye bir şey yok!... Kadro hazır!... Yardımcı doçent ilanı yapılıyor!...  Deha olsan, dahi olsan oradaki kadroya atanamazsın!.. O kadronun sahibi hazır!... Doçent için de profesör için de aynı çark işliyor.... Kadro, prosedürleri ve formaliteleri yerine getiren o kişi için açılmış ve oraya o kişi atanacak!... Daha başarılı bir aday oraya başvuramaz mı!... Hayır!.. Olmaz!... Olamaz!... Böyle bir üniversite düşünün!...

***

Performansa dayalı bir akademik hareketlilik modeli üzerinde çalışan bir irade yok!...

Bırakınız performansa dayalı bir akademik hareketlilik modelini, performans değerlendirme ve ölçme diye bir şey yok!...

Performansa dayalı bir gelir sistemi modeli üzerinde çalışan bir irade yok!...

Çalışan da bir, yan gelip yatan da bir!... Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!... Hiç çok çalışan ve üreten bir profesör ya da doçent ile çalışmayan, atalet ve rehaveti seçen bir öğretim üyesi aynı maaşı alır mı?

Ünvanları kazanma ve akademik yükseltilme fevkalade  kolaylaştırılmış bazı prosedürlerden ibaret!...  Bir kaç yayın için puan topla, sonra doçentliğe başvur!... Doçent ol!... Profesörlüğe atanmak için göstermelik 5 yıllık bekleme odasında bekle!....  Yat!.. Uyu!... Ne yaparsan yap!... Sonra 5 yılı tamamladıktan sonra uyan (!), klasörünü (!) hazırla ve profesörlüğe başvur!... Profesörlük için jüri üyeleri de hazır ve nazır!...  Profesör ol!... Sonra ölünceye kadar çalışMA, yan gel yat!...

AYIP!.. Tek kelime ile ayıp... Bu yazdıklarımda bir aşırı abartı var ise ayıplanması gereken kişi bu yazıyı kaleme alan kişi olmalı !...

Bu kadarına da pes!... demek için bir üniversitede yaşanmış yıllarınız olmalı!....

***

Ey bilim insanları!... Ey  içinde doğruluk ve vicdan, liyakat ve hakkaniyet taşıyan üniversite mensupları!...

Ya bir üniversitede ders vermek için mutlaka doçent ve profesör olmak şart mı? Böyle bir zorunluluk neden olsun? Lisans mezunu ve devamında eğitim formasyonu ve sertifikası olan bir kişi üniversitede bir ders veren hoca olamaz mı? Mutlaka doçent ve profesör olmak mı lazım!...

Eğitim üyesi ile araştırma üyesini birbirinde ayırmak daha doğru değil mi? Birisi öğretmen, diğeri ise araştırmacı... Öğretmen, gitsin ders versin.. öğrensin... öğretsin... Araştırmacı ise ciddi bilimsel araştırmalar yapsın...  Çok ciddi akademik yükseltme kriterleri belirlensin ve  hak eden kimselere  doçent ve profesör ünvanları verilsin!... 

Ünvanlar bu kadar değersiz hale getirilir mi? Bilgelik bu kadar aşağılık bir duruma düşürülür mü? 

Eskiden alim dediğimiz o makamlar! Nerede o alimler!... Nerede o ilim insanları!...  Bugün Doçent / Profesör ünvanı olan kaç tane insandan alim diye söz edebilirsiniz!... Yazık!...Çok ama çok yazık!...

Doçentlik ve profesörlük ünvanı artık ayaklara düşmüştür!... Gözden düşmüştür!... Saygınlığını ve itibarını kaybetmiştir!...

***

Ve içler acısı kütüphaneler!... Eskiden kütüphanelere giderdik ve içler acısı da olsa o kütüphanelerde en azından bir kaç kitap bulup okurduk!...Şimdi, kendi alanınızda ve disiplininizde dünyanın tüm dergileri üniversitelerin abone oldukları elektronik kütüphanelerde bir tıklama ile sizi bekliyor... Üstelik ücretsiz!... Ama okuyan yok!... Akıllı telefonlarda vakit öldüren yazılımlar , sosyal medya ile yaygınlaşan değersiz bilgi... Bilgi kirlenmesi...

***

Cehalet çapulcuları adına çıkarılan armağan kitaplar!…  Bilim dünyasında bir armağan kitap kimin adına çıkarılır, çıkarılması gerekir?.. Tabi ki, bilime en yüksek derecede katkıda bulunmuş bilim insanları ancak bu şekilde bir takdiri hak eder... Ama bizde bu iş de saygınlıktan uzaklaştırılmış... Bir iki değersiz öğretim üyesi editör sıfatıyla bilime hiç bir katkı sunmamış olan bir profesöre "armağan kitap" adı altında bir kitap çıkarma girişiminde bulunuyor.. Sözüm ona "vefa borcu"!...  Üniversite matbaası ne güne duruyor!... Devlet matbaası ve  devlet parası ile değersiz  ve anlamsız bir kitap yayınlama girişimi!... Ortada onur ve gurur duyulacak ne var ki! Cehalet çapulcuları güzel bir şeyler yaptıklarını sanıyor!... Oysa bilmiyorlar ki,  "Her şeyin ilmi güzel cehlinden,” (Nâbi)

***

Bugün üniversitelerde yaşanan ahlaksızlıklar öylesine şaşırtıcı boyutlara ulaşmış ki!...

Akademik ahlak erozyonu… Akademik etiğe aykırı davranışlar…

Aşırma, intihal, bilimsel hırsızlık,  bilimsel yanıltma-saptırma, verilerle oynayarak sonuçları saptırma…

Gölge yazarlık!... Hiç bir emek ve katkısı olmayan bir öğretim üyesinin isminin makaleye/kitaba ortak yazar olarak dahil edilmesi…

Döner sermayeden para koparmak için keşfedilmiş türlü cinlikler…

Tıp fakültelerinde ve devlet hastanelerinde görev yapan profesörlerin/ hekimlerin "bıçak parası" adı altında aldıklar paralar!...

Önce profesörün özel muayenesine git!... Parayı bayıl!... Bir gün sonra da o profesörün/hekimin görev yaptığı devlet üniversitesine/hastanesine git!... Ayrıcalıklı muamele!... Bekleme yok!... Kuyruk yok!... Böylesine işleyen bir çark!... Utanç verici!...

Montaigne'nin sözünü hatırlatalım: "ilim iyi olmasına iyi bir ilaçtır ama hiçbir ilaç saklandığı kabın pisliğiyle değişip bozulmayacak kadar zorlu değildir. 

***

Akademik teşviklerden haksız kazanç elde etme amacına yönelik çeteler…

Para ile uluslararası yayın yapan çeteler!... Akademik terfi/yükselme için bu çetelere para verip yayın yapan akademisyenler…

Akademik kariyer ve akademik teşviklerden yararlanmak için ortaya çıkan akademik atıf şebekeleri!... “Etki değeri yüksek” (impact factor)  dergilerde yayın yapma karşılığında sağlanan teşvik sistemini yozlaştıranlar… Akademik atıf çeteleri!... Akademik hırsızlık…

Mahkemelerde bilirkişi sıfatıyla görev yapan bazı öğretim üyelerinin kendilerine gelen dosyaları hiçbir zahmete girmeden asistanlarına inceletmeleri ve rapor hazırlatmaları!... Bilirkişilik ücretini de cebe indirmeleri!...

TÜBİTAK gibi bir bilim kurumunda yaşanan onlarca üzücü hadise!...

Bu yazılanların tamamı üniversitelerde yaşanıyor…

Akademik camiadaki  pislikler öylesine büyük boyutlara ulaşmış ki!...

***

Üniversitelerde akademik kalitesizlik ile ilgili daha yüzlerce örnek verilebilir..

Akademik ahlak , bilim ahlakı, eğitim-öğretim ahlakı erozyona uğramış... tahrip olmuş.. yok olmuş… Onlarca, yüzlerce örnek verilebilir...

Üniversitelerde insan kaynakları yönetimini, performans yönetimini, motivasyon yönetimini bir araştırın!... Bakın karşınıza ne sonuçlar çıkacak...

ve son olarak her şeyi oy maksimizasyonuna ve yeniden seçilebilmeye kilitlemiş bir siyasi irade, reform yerine ard arda deformlar yapıyor..  yapmaya devam ediyor... Öğretim üyeleri topluluğundan oluşan seçmen kitlesinin toplam oyundan alacağı payı kaybetmek istemiyor!... Vay halimize o zaman!  Böyle işliyor... Böyle ilerliyor...

***

 

Ey bilgi, liyakat ve erdem sahibi insanlar biz nereye gidiyoruz?

 

İlim nereye gidiyor?

Bilim nereye gidiyor?

 

Mehmet Akif'in sözleri ile bitirelim...

 

Kuru dava ile olmaz bu, fakat ilm ister;

 

Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster?

Koca ilmiyeyi aktar da , bul üç tane fakih:

Zevk-ı fıkhisi bütün, fikri açık, ruhu nezih?

Sayısız hadise var ortada tatbik edecek;

Hani bir tane “usul” alimi, yahu, bir tek?

 

 

Can Aktan'dan Genç Bilim Adamlarına Tavsiyeler

Can Aktan: Üniversiteler ve Kaygılarım

Can Aktan: Aydınlığa Çağrı

Can Aktan: Üniversitelerde Liyakat ve Meritokrasi

Can Aktan: Üniversitelerdeki Ahlaksızlıkları ve Etik Dışı Davranış ve Eylemleri İfşa Etme:WHISLEBLOWING

Özlenen Üniversite, Yaşanan Üniversite (Kitabın Tam Metni)

 

       TIKLAYINIZ ve daha fazlasını okuyunuz... Aşağıdaki, resmi tıklayınız ve ÖZLENEN ÜNİVERSİTE, YAŞANAN ÜNİVERSİTE kitabının tamamını okuyunuz... Yazılanları değerli buluyorsanız o zaman bu bilgileri sosyal medyada paylaşınız...   Kimi yazar, kimi okur!... Okuyan insanlar da değerlidir... Doğru bilgiyi paylaşan insan daha değerlidir...

 

© C.C.Aktan, 2002-2016

Tüm hakları saklıdır. Bu web sayfasında Prof.Dr. C.Can Aktan tarafından  hazırlanan  Özlenen Üniversite & Yaşanan Üniversite adlı eserin bir bölümü  yer almaktadır. Bu web sayfasındaki bilgilerin ya da eser içerisinde yeralan herhangi bir yazının  tam metninin kullanımı izne tabiidir. Bu web sayfasında  ve belirtilen eserdeki metinler Fikir ve Sanat Eserleri Yasası hükümleri gereğince yazılı izin alınmaksızın hiç bir şekilde kullanılamaz.