YÜKSEKÖĞRETİM KURULU BAŞKANI SAYIN

KEMAL GÜRÜZ’E AÇIK MEKTUP...

 

 

Sayın Başkan: 

 

 “...Üniversite öğretim üyeleri işlerini kaybetme tehlikesine maruz kalmaksızın, bilinenleri sorgulama ve çelişkili görüşlere sahip olma hakkına sahiptir.” (s.143)

“... Batı ülkelerinin tersine, ülkemizde konuya akılcı ve eleştirisel olarak yaklaşılmamaktadır.”(s.243.)

Yukarıdaki ifadeler sizin 1994 yılında çok değerli bilim adamları ile müştereken kaleme aldığınız Türkiye’de ve Dünyada Yükseköğretim, Bilim ve Teknoloji kitabınızda yeralıyor. Evrensel akademik özgürlük anlayışına olan saygınızı bilerek ülkemizde üniversitelerin mevcut durumu ile ilgili olarak eleştirel düşüncelerimi, ayrıca üniversite reformunun gerçekleştirilmesi yönündeki önerilerimi bu kitap içerisinde size ve Türk kamuoyuna arz ediyorum.

1994 yılında yayınlanan kitabınızda “Türkiye’nin hiçbir dönemde kendi içinde tutarlı bir yükseköğretim, bilim ve teknoloji politikası olmamıştır ve halen de yoktur.” (s. 244) görüşünüze tamamen katılıyorum. Fakat, yükseköğretimin yeniden yapılanması konusunda en üst bir organın başında bulunan birisi olarak göreviniz süresince ideal bir üniversite oluşturmak yolunda çok ciddi adımlar atıldığına inanıyor musunuz?

Aynı kitabınızda yeralan “Nitelikli öğretim üyesi ve bilim adamı sayısı bunların alanlar arasındaki dağılımı ve yetiştirilmeleri Türk yükseköğretiminin en ciddi ve öncelikle aşılması gereken darboğazıdır.” (s.244.) görüşünüze de tamamen katılıyorum. Fakat bu darboğazın bugün çok daha daraldığı kanaatini taşıyorum...

Yine aynı kitabınızdan devam edelim...

“...ülkemiz üniversitelerinde, Batı üniversitelerinin aksine, bilimin sınırlarını zorlayarak bilgi üretimine evrensel ölçülerde katkılarda bulunmak ve bu gelişmeleri öğretime yansıtmak yerine, bilgi aktarımı; en kısa zamanda, basit yollardan ve kıdem esasına göre terfi etmeyi amaçlamak, istisnalar dışında, yerleşik anlayış haline gelmiştir.” (s.247.)

“...parmak hesabına dayalı, yöneticilere hiçbir insiyatif ve daha bilgili olanlara ayrıcalık tanımayan popülist anlamda ”demokratik” bir anlayış yükseköğretim sistemimizde karar alma mekanizmalarına hakim olmuştur.”(s.247.)

“Meritokratik bir üniversite oluşturmadaki en önemli unsur, hiç kuşkusuz öğretim üyelerinin akademik terfilerinin uluslararası standartlara bağlanması ve hak etmeyenlerin terfilerinin önlenmesidir.” (s.256.)

Sayın Başkan, akademik ünvanların kazanılmasında ve terfilerde bu ifade buyurduğunuz basit yollar (!) bugün öylesine genişlemiştir ki, ben idealist bir bilim insanı olarak bundan inanılmaz derecede üzüntü duyuyorum. İlerlediğimiz Yol, bilgi liyakat, ahlak ve erdemden tamamen uzak bir yoldur.

Bilge insan Konfüçyüs analektelerinden birinde şöyle yazar:

Bir ülkede Yol varsa, orada yoksul ve aşağı konumda olmak, onursuzluktur. Bir ülkede Yol yoksa, orada zengin ve soylu olmak onursuzluktur.”

Bu ülkede Yol var mı Sayın Gürüz!... Üniversitelerimizde Yol var mı acaba!... Bunu değerlendirmeyi sizin ve kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum...

1994 yılında kaleme aldığınız kitabınızdan bir son alıntı daha yapayım:

“Temel ilke olarak akademik unvan ile kadro kademe ve derecesine göre ücret ödemek yerine, ücretler bilim alanları ve öğretim üyelerinin kendi alanlarında evrensel ölçütlere göre değerlendirilen performanslarına göre tespit edilmelidir.” (s.257-58.)

Sayın Gürüz,

Kendi ifadelerinizle üniversitelerimizde  “... en kısa zamanda, basit yollardan ve kıdem esasına göre terfi etmeyi amaçlamak, istisnalar dışında, yerleşik anlayış haline” gelmişse eğer orada performans yönetimi diye bir şeyden de sözedilemez. Nitekim, bugün üniversitelerimizde performans değerlendirme (performance appraisal), performans ölçme (performance measurement), motivasyon yönetimi, takdir ve ödüllendirme gibi sistemlerin hiç birisi mevcut değildir.

Siz 1994 yılında bunların hiçbirisinin olmadığını yazmıştınız... Yükseköğretim Kurulu Başkanı olarak bugün üniversitelerimizde bunlar mevcut mu acaba?

***

Sayın Gürüz,

10 Şubat 2003 tarihinde bir gazetede sizinle yapılan tam sayfa söyleşiyi okuyorum... Gazeteci soruyor:

“Siz mevcut YÖK’ten memnun musunuz?”

Şöyle cevap veriyorsunuz:

“Şu aşamada mali konular dışında hiçbir şeyin değiştirilmesinden yana değiliz.”

***

Sayın Gürüz,

Nedendir anlayamıyorum!... Statüko acaba insanların bakış açılarını mı değiştiriyor!...

Bundan birkaç yıl sonra emekli olduktan sonra üniversitelere bakıp ne düşüneceksiniz acaba bilemiyorum!...

Keşke, sizin gibi YÖK Başkanı olmak bana da nasip olsaydı!... Ne yapardım biliyor musunuz?

İdeal bir üniversite için bu kitapta yazdıklarımı gerçekleştirmek için mücadele ederdim...

Statükonun tiranlığına yenik düşüp, çaresiz kaldığımda ise eğer bunun suçu ve günahı ““tembelce laflayan ve aldatmacanın ve lafazanlığın pazarında mallarını satan kanun yapıcıları” ise onlara isyan bayrağını açardım ve elveda derdim...

Emeklilik günlerimde de şu sözlerle avuturdum kendimi:

 “Ne kul olurum kimseye,

Ne onun bunun yardımcısı

Dünyadaki hiçbir krallığa

Uşak , oyuncak olmayacak kadar

Soylu doğmuşum ben.”

Shakespeare

 

 

“Dilediğin gibi değilse yaşamın

hiç olmazsa çalış

elden geldiğince;

kirletme onu kalabalığında yeryüzünün,

koşuşturmalarla, konuşmalarla.

 

Kirletme yanına alıp sürükleyerek

Sunarak ilişkilerin

Toplantıların

Günlük bayalığına,

Yaşamak yabancı, ağır bir

Yük oluncaya.”

Kavafis

 

 

Saygılarımla.

 

Can Aktan

Bornova/  8 Şubat 2003