SOL DÜŞÜNCE  ÜZERİNE:

SOSYALİZM, KOMÜNİZM, MARKSİZM, LENİNİZM,

SOSYAL DEMOKRASİ...

 

“Sosyalistler birbirinden tamamen farklı ve aynı zamanda birbirine zıt şeye

inanmaktadırlar:

 özgürlük ve müdahale.”

Elie Halevy

 

1976-1979 yılları arasında Ankara Maliye Okulu'nda öğrenciydim. Devlet parasız-yatılı meslek lisesinde okuyordum...  1980 Askeri ihtilali öncesindeki üç yıl...

Zor yıllar!

Şiddet!

Anarşi!

Sağ-Sol kavgası! 

Henüz 15-16 yaşlarında olmama rağmen sosyalizme ve marksizme ilgi duyuyordum o yıllarda. İlgi duymanın ötesinde o sokak mücadalelerinin içinde buldum kendimi...

Sosyalizmin adalet ve eşitlik vurgusu ve söylemi sadece beni değil milyonları etkilemiştir. Yoksulluk, gelir dağılımındaki adaletsizlik, fırsat eşitsizliği, vahşi kapitalizm, zengin ve yoksul arasındaki uçurum ve saire.... Ben de o yıllarda sosyalizme, komünizme, Marksizme ve Leninizme sempati ile bakıyordum, ilgi duyuyordum ve kısmen o mücadele yolundaydım...  Note edelim tekrar: sadece 15-16 yaşlarındaydım o yıllarda...

Bugün 54 yaşındayım... Geride bıraktığım 30 yıllık yazı hayatımda tutarlı bir çizgide ilerledim ve daima devlet gücünü, devlet müdahaleciliğini ve devlet mülkiyetini eleştirdim...  Sosyalizmin, siyasal ve ekonomik özgürlüklere yer vermeyen bir kölelik düzeni olduğuna inanıyorum. Sosyalizm karşıtı kapitalizmin de maalesef adalet- eşitlik-hümanite gibi değerler yönünden sınıfta kaldığını düşünüyorum...

Aşağıda yıllar öncesinde kaleme aldığım bir yazım yeralıyor.. Sol düşüncenin bir eleştirisini yapıyorum..

***

1980’ler ve 1990’lar dünya tarihinde görülmemiş bir siyasi ve ekonomik değişimin başlangıcı oldu. Mihail Gorbachov’un eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde  “Açıklık” (Glasnost) ve “Yeniden Yapılanma” (Perestroyka) adını verdiği reformlar dünyada yeni gelişmelerin başlangıcı oldu. 1917 Ekim Devrimi ile ortaya çıkan sosyalizm, bir asır dahi yaşayamadan tarihe gömüldü.  Eski Doğu Avrupa’nın sosyalist ülkelerinde de değişim rüzgarları esti. Kimi ülkede kan ve gözyaşı içinde bu değişim gerçekleşirken, kimi ülkelerde değişimin bedeli o kadar ağır olmadı. Berlin Duvarı’nın yıkılması ve iki Almanya’nın birleşmesi ile bu değişim süreci hızlandı.

                Bu gelişmelerin ardından sol düşüncenin temelini oluşturan Marksizm ve Sosyalizm giderek hem fikir akımı olarak, hem de reel anlamda önemini ve değerini yitirmeye başladı. Küba ve  Kuzey Kore gibi bir kaç ülke hariç sosyalizm dünya haritasındaki alanını daraltmak zorunda kaldı.  Devrimci Sosyalizm kadar Demokratik Sosyalizm adı verilen Sosyal Demokrasi de dünyada ciddi sıkıntılar ve sorunlar yaşamaya başladı. Özünde Marksizme ve sosyalizme dayalı olarak doğan sosyal demokrasi  aşırı devletçiliği benimseyen bir akım olduğu için ciddi eleştiriler ile karşı karşıya kaldı. Dünyada devletçilik anlayışının önemini kaybetmesine paralel olarak sosyal demokrasi adı verilen akım da kendini yenilemek,  eski değerlerini ve ilkelerini bırakmak zorunda kaldı. 

“Totaliter rejimle demokratik sosyalizm arasındaki fark cinayet ile kasta

dayanmayan cinayet ile aynıdır. “

Wilhelm Röpke

                Gerek aşırı sol, yani devrimci sosyalizm , gerekse ılımlı sol, yani demokratik sosyalizm (sosyal demokrasi) günümüzde eski geleneksel fikirlerinden ve görüşlerinden tamamen uzaklaşmış bulunuyor. Uzun yıllar kendilerini demokratik sosyalizmin savunucuları olarak gören  sosyal demokrat kesim artık bu “sosyalizm” kavramını kendilerinden uzak tutmaya  çalışıyorlar. Bunun yerine “Yeni Sol” adı altında kitlelere yaklaşmaya çalışıyorlar. Ancak Yeni Sol adını verdikleri görüşler bana göre John Locke ve Adam Smith’den  bu yana eski sağın savundukları fikirlerden başka bir şey değil.  Bir kısım sosyal demokratlar açık açık “biz bunca yıl yanlış fikirleri savunduk!...” demek yerine Yeni Sol adını verdikleri bir yutturmaca kavramla   sağın en azından  iki asırdır ısrarla savunduğu değerleri ve fikirleri hala görmezlikten gelmeye devam etmektedirler.

                Dünyada küresel trende paralel olarak bugün için artık sağ ve sol arasındaki ayrımın tamamen ortadan kalktığını söylemek sanıyorum yanlış bir değerlendirme olmaz. Eski sol artık o “eski sol” değil!.. Bir takım marjinal kesimler dışında bugün sol ve onun fikri temelini oluşturan sosyalizm  önemini tamamen kaybetmiş bulunuyor. Ilımlı sol akımı olarak adlandırdığım sosyal demokrasi de aynı şekilde tarihinden kaynaklanan siyasi  ve  iktisadi devletçilikten önemli ölçüde kopmuş görünüyor. Geleneksel sol ile  geleneksel sağ arasındaki farklılıkları başlıca şu beş konu dahilinde ortaya koyabiliriz:

1. Mülkiyet:  Sol, geleneksel olarak üretim araçlarının devlet mülkiyetinde olmasını savunmuştur. Sol’un bazı versiyonları (Korporatizm, Sendikalizm, Fabianizm, Lassalci Devlet Sosyalizmi ve saire) kamu mülkiyeti yerine korporatif mülkiyet, konfederasyon mülkiyeti, koopetarif mülkiyet gibi ortak mülkiyet modellerini savunmuşlardır. Sağ ise her zaman özel mülkiyeti esas alan bir düzenin savunucusu olmuştur.

2. Planlama: Sol, geleneksel olarak iktisadi faaliyetlerin devlet tarafından merkezi olarak planlanmasını savunmuştur. Sosyal demokrasi fikir akımında ise devletin merkezden planlama rolü biraz zayıflatılmıştır. Sağ ise merkezi planlamaya dayalı koordiansyon sistemine daima karşı olmuştur. Sağ, piyasa ekonomisinin tabii işleyişine bırakılması ve ancak gerektiğinde sınırlı müdahalelerin olması gerektiğini savunmuştur ve hala savunmaktadır.

3. Devlet Müdahalesi: Solun en aşırı ifadesi olan sosyalizm tamamen devletçi bir ideolojidir. Herşeyi devletin planlaması ve tüm sorunların merkezden bürokrasi tarafından çözümleneceğine inanır. Sosyal demokrat solcular da geleneksel olarak devleti tüm sorunların çözümü olarak görmüşlerdir. Sosyal demokratlar daha ziyade “dirigisme” olarak ifade edilen kapsamlı devlet müdahaleleriyle piyasa ekonomisinin yönlendirilmesini savunmuşlardır.

4. Özgürlük: Tarihin ne acı ve yanlış bir gerçeğidir ki, özgürlük her zaman solun en önemli sloganlarından birisi olmuştur... Sosyalizmin ve komünizmin hiç bir temel insan hak ve özgürlüklerini güvence altına almayan bir rejim olmasına rağmen sokaklarda özgürlük , sosyalizm ile eş anlamda kullanılmıştır. Sosyalizmin özünde ne siyasi, ne de ekonomik özgürlüklere yer vermeyen bir “kölelik yolu” olduğu gözardı edilmiştir. Sağ ise demokrasinin temel değerlerini kuran bir doktrindir. Sağın savunduğu liberal demokrasi bir özgürlük düzenidir.

5.  Adalet: Geleneksel solun ideolojisi olan sosyalizm adaleti “ herkesden yeteneğine göre alınır, herkese ihtiyacına göre verilir” şeklindeki bir ütopya formül üzerine inşa etmeye kalkmıştır. Kaynakların bol  değil aksine kıt olduğu, dolayısıyla herkese ihtiyacına göre dağıtım yapılamayacağı gerçeği kabul edilmemiştir. Geleneksel sol , hiç kimsenin mülkiyete sahip olmaması  durumunda tüm insanların eşit olacağını ve bu şekilde adalete dayalı bir düzenin kurulabileceğini savunmuştur. Özel mülkiyete dayalı olmayan bir ekonomide yoksulluğun kaçınılmaz olduğu gerçeği de gözardı edilmiştir.  Solun bir versiyonu olan sosyal demokrasi ise sosyal devlet veya sosyal refah devletinin gelir dağılımında adaleti sağlamak için gerekli olduğunu savunmuştur. Ancak sosyal refah devleti de günümüzde adalet sorununu çözmek bir yana yeni ekonomik sorunları da beraberinde getirmiştir.

Sağ ise adalet sorununun özel  mülkiyete dayalı bir düzen içinde gerçekleşeceğini savunmuştur. Sağ  mülkiyet refah getirir, refah da insanların gelirlerini ve yaşam standardını arttırır varsayımından yol çıkmıştır.  Ancak, önemle belirtelim ki, sağın belki de en başarısız ve zayıf olduğu nokta adalet konusunda düğümlenmektedir. Mülkiyetin belirli ellerde toplanması, zengin ve yoksul arasındaki uçurumu daha da artırmıştır. Bununla birlikte sağ, mülkiyet düşmanlığı yerine sınırlı devlet müdahaleleriyle adalet sorununun çözümlenmesinin daha doğru bir yaklaşım olduğunu savunmuştur. 

                Günümüzde sol yukarıda belirttiğimiz  geleneksel fikirlerinden giderek kopuyor. Deyim yerindeyse sol artık giderek geleneksel sağın fikirlerini kabul etmek zorunda kalıyor. Dünyada yeni global değerlerin benimsenmesi;  ekonomide, siyasette ve kültür alanında küreselleşme,  eski solu “eskimiş fikirlerden” uzaklaşmaya zorluyor. 

                Özetle, dünyadaki küreselleşme trendi eski sol partilerin “eskimiş fikirlerini”  kendiliğinden ortadan kaldırmıştır.  Sol , eğer marjinal bir parti ya da partiler topluluğu  olarak kalmak istemiyorsa benim kanaatim eski fikirlerini süratle terketmelidir.  Sol, paydaş toplum gibi retorikler  yerine yeni evrensel değerleri tanımaya çalışmalıdır. Sol partiler,  giderek evrenselleşen liberal demokrasinin erdemlerini ve ilkelerini öğrenmeliler ve hayata geçirmek için mücadele etmelidirler. Sosyalist pazar ekonomisi,  paydaş ekonomi  gibi kavramlar üzerine politika yapmak yerine küresel  trendi anlamaya çalışmalıdırlar. Komuta ekonomisi, planlama, devletçilik, dışa kapalılık, geleneksel  milliyetçilik anlayışlarından kopmak zorundadırlar.